17 Kasım 2011 Perşembe

Di Maria Tutuklandı

Real Madridli Di Maria, Portekiz'de bulunduğu dönemde şakaya kurban gitmiş. Arabası ile bir kadına çarpan Di Maria'ya kelepçe takıldığı yetmezmiş gibi bir de arabasına zarar verilirken ki surat ifadesi her şeyi özetliyor.

Hayat Devam Ediyor




3-0 biten ilk maçtaki depremden sonra ikinci maç için bir mucizeye ihtiyaç vardı. Beklenildiği gibi mucize gerçekleşmedi ve ikinci maçta 0-0 berabere kalarak elendik. Mucizeden daha fazlasına ihtiyacımız olduğu kesindi. Maç sonu Hiddink ile yollar ayrıldı. Bugün Abdullah Avcı'nın açıklanması bekleniyor.

İlk maçta her ne kadar kötü oynamışta olsak, Hırvatların 2. dakikada öne geçmelerinin önemi büyüktü. İkinci maçta da bu fırsatı biz yakaladık.Beşinci dakikada Kazım ile öne geçebilseydik, çok eğlenceli bir akşam olacağına şüphe yoktu. Hırvatistan ilk maçı 3-0 kazanmasına rağmen, halen 2008'deki maçın şokunu atlatamadıkları çok netti. İlk maçtaki takımda hiç olmayan istek, hırs ikinci maçta vardı. Ama bunu çoğunluğu ilk kez milli olan oyuncuların, ilk maçın skorunu da katarsak verdiği normal bir reaksiyondu. Volkan, Emre, Arda gibi isimlerin yerine mücadele eden genç isimlerin performansları iyiydi. Özellikle Sinan ve Ömer'in performansları, bazı oyunculara körü körüne bağlı kalmamıza gerek olmadığını kanıtladı.

Ve biz her gidemediğimiz turnuvadan sonra, aslında hiçbir zaman gerçekleştiremediğimiz ''yeniden yapılanma'' konusunu gündeme getirdik. Birçok şey yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor. Ama hep konuşuluyor, iş icraata gelince bir şey göremiyoruz. Almanya, İspanya gibi ülkeler makine gibi oyuncu yetiştirirken, nasıl daha iyi oluruz diye çalışırken, biz maç yayını sırasında sürekli ''Hayat devam ediyor'' yakında başlıyor diye dizi reklamı verip durduk. Hiddink'te gider ayak, takımın başında iken yapamadığı şeyler üzerine çözüm üretiyor.

Milli Takım'ın için ben de yerli hocadan yanayım. Abdullah Avcı'nın uzun vadede İBB ile yaptıkları, İBB'nin geldiği yer ve oynadığı futbol ortada. Abdullah Avcı'nın bir dönem genç milli takımlarda çalışmasının da önemi büyük bu gelişmede. Her yıl bazı oyuncular takımdan ayrılsa da, yerine transferler yapıp, sürekli üzerine koyarak geldikleri bu noktada play-off için oynuyorlar. Ve şüphesiz milli takımın 2 senedir oynayamadığı topu, Abdullah Avcı İBB ile oynuyor. Milli Takımda ki baskı ile İBB'de neredeyse olmayan baskı düşündürücü bir nokta. Abdullah Avcı'nın alması gereken radikal kararlara verilen tepkilere görevliler tarafından her zamanki gibi sessiz kalınırsa, Abdullah Avcı da 'harcananlar' kısmına adını yazdırır.

Genç İbo




Fenerbahçe kaptanı Alex, FB Tv'de katıldığı bir programda Cristian'ı İbrahim Tatlıses'e benzetmiş. Benzetmekle kalmayıp ''Genç İbo'' lakabı takmış. Alex, futbolda olduğu kadar benzetmede de başarılı diyebiliriz.

Unutmadık Koca Adam









80’lerin çocuğu..
Delikanlı..
Dost, efendi, yürekli,
Galatasaraylı..


Çocukluk yılları, babanın memuriyeti nedeniyle çeşitli illerde yaşanan okul yılları, 
Ve Üniversite
Maçlar, sınavlar, sabahlamalar, sohbetler, aynı yürek atışları…
Yaşam ortaklığı..
Sarı ve Kırmızı..


Ayrıldık;
Mecburen..
Sinsi bir lösemi…
2008 Mayıs’ta başladı..
Kan değerleri… İlik nakli beklentileri…
Başucunda bekledi kardeşleri Anıl’ı,
DAYAN KOCA ADAM dedi tüm Türkiye onun için;
Ama olmadı..
17 Kasım 2008’de
Koca Adam efeler gibi gitti…


Dostları arkasından şu dizeleri döktüler mezar taşına;


Bir ayrıılık türküsü ölüm,
Rabb’imin yazdığı kaderin bir cilvesi.
Cilve demişler ya; ölenle ölünmez,
Ama ölenle yaşanır arkadaş,
Sanki hiç gitmemişçesine ...
Kendi gitse bile, adı hep ANILsın diye...




Anıl AYDIN nam-ı diğer KOCA ADAM
1984-Biz yaşadıkça

15 Kasım 2011 Salı

Özet






Türk futbolu olarak içinde bulunduğumuz şu kaos ortamı ile ilgili tanıdık birinin sözlerini özet olarak geçebiliriz sanırım.

Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda, ama hiçbir şey tam yok.

...

''Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye’yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mentalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor. Türk futbol kimliğini tanımlasak; kesinlikle yetenek var deriz, ruh var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya çıkabiliyor. Bir anda herkesi defansta, sonra bir anda herkesi hücumda görebiliyorsunuz. Bu biraz dağınıklık yaratıyor. Takım oyununda asıl olan dengeli olabilmektir. Ne olursa olsun pozisyon alışınızı, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerekiyor. Sanki bu konuda bir eksiklik var gibi. Coşku konusunda hiçbir sıkıntı yok, ama bazen o coşku bozucu bir etki de yaratabiliyor.''


...Sıkıcı ve renksiz oyunla kazananlar tarihe yazılır, ama hafızalara yazılmaz.


Frank Rijkaard

12 Kasım 2011 Cumartesi

3-0




Başlık maçın skoru değil. Her ne kadar 3-0 kaybetmişte olsak, başlığı 3-0 olarak atmamın nedeni 2012 Avrupa Şampiyonası Play-Off ilk maçında Hırvatistan kalesine çekilen şut ve isabet oranı 3'te 0. Evet şaka gibi ama 3'te 0. Hırvatlar ise 15 şutta 8 isabet bulmuşlar. Yani bizden 5 kat daha fazla denemişler ve 8 kat daha isabetli vuruşlar yapmışlar! Aslında bu skor benim için hiç şaşırtıcı değil. Grup elemelerinden beri oynanan kötü futbol, kötü seçimler, kötü form, kötü alışkanlıklar ve daha bir çok kötü durum göz önüne alındığında normal bir sonuç. Her zaman ki komik kadro seçimleri üzerine, bir de komik bir kadro çıktı bu hayati karşılaşmaya. Ne kadar formda olursa olsun bu derece hayati bir maçta milli takımın stoperi Giray olmamalıydı. ilk kez milli takımda forma giymek için yanlış bir maç. Diğer bir ilginç seçim Valencia'da kendini benimseten, adı Chelsea ile anılan Mehmet Topal varken orta sahada Sabri ile başlamak. Her ne kadar Sabri bu rezalet takımda bir şeyler yapmaya çalışan sayılı oyuncudan olsa da, orta sahada iyi verim alınamıyor Sabri'den. Maç öncesi Hiddink, Milli takım teknik heyeti ve oyuncuların demeçleri gol yememe ve iyi konsantre oldukları üzerineydi ama daha maçın başında Hırvatistan ilk atağında golü buldu. O kadar rahat bir gol attılar ki hem de, hiç olmayan motivasyonları da gitti.

Sahada korkak, fizik ve mental açıdan bitmiş ve kafa olarak maça hiç hazır olmayan bir milli takım vardı. Hırvatistan teknik direktörü Bilic, maç öncesi açıklamalarının hemen hemen hepsinde intikam almaya gelmediklerinden bahsetti ama intikam çoktan başlamıştı. Biz yeterince kötüydük belki ama Hırvatistan'ın maça iyi hazırlandığı çok barizdi. Golü yedikten sonra baskı kurmaya çalıştık ama muazzam bir şekilde kapandılar. Maç boyunca hava topu vermediler bize. Top bizdeyken takım olarak geri çekilip bizi çok iyi karşıladılar ve top neredeyse oraya şok pres uygulayarak bize çok komik top kayıpları yaptırdılar. Baskı kurma biçimimizde ilginçti! Top bir kanattan diğer kanada dolaştırıldı durdu. Yan pas geri, pas yan pas geri pas, doldur boşalt yapıp durduk. Bir ara %65lere kadar çıkardık topla oynamayı ama atağımız yoktu. Sanki biz değilde Hırvatlar evinde oynuyormuşçasına rahattılar. Gerçek bir takım olduklarına şüphe yok. Çok da tecrübeliler. 5 yıldır aynı teknik adamla ve aynı oyuncularla oynuyorlar ve gerçekten tecrübeli oyuncuları var. Kısacası bakacak olursak, Olic Münih'te, Rakitic Sevilla'da, Modrid Tottenham'da, Srna ise Shakhtar'da oynuyor. Bizim ise en iyi oyuncu olarak bahsettiğimiz Arda ise daha yeni Madrid'e gitti.

Bilic, maç sonrası çok güzel bir şey söyledi. 'Türkiye bizim gibi çok duygusal bir takım. Eğer 1 gol bulursak Türkiye'nin demoralize olacağını biliyorduk' dedi. Çok da haklıydı. İlk golden sonra yapılmaya çalışan saçma baskı sonuç vermeyince Hırvatistan kazandığı toplarla ataklar geliştirdi. İlk pozisyonda Modric'i zor da olsa engellemeyi başardık ama devam eden pozisyonda Mandzukic
, Volkan ve 2 savunma oyuncumuza rağmen yükselip topu ağlara gönderdi ve durumu 2-0 yaptı. 2-0'dan sonra zaten iyi oynayamayan milli takım, oyun olarak çöktü. İkinci yarıya Gökhan Töre değişikliği ile başladık ama Hırvatistan'ın oyunu ve motivasyonun da değişiklik yoktu. Öyle ki utanç verici bir üçüncü gol yedik. Sağ kanatta kazandıkları duran toptan gelen topu içeride bomboş kalan Corluka ile buluşturdular ve 3-0 öne geçtiler. Golü atan Corluka'yı marke etmeye çalışan da Burak Yılmaz'dı! 2-0'dan sonra oyun olarak çöken milli takım, 3-0'dan sonra kafa olarakda bitti. 3-0'dan sonra belli aralıklar ile Hiddink ve yönetim istifaya çağrıldı, Abdullah Avcı diye tezahürat yapıldı. Üstüne bir pozisyonda Modric'in şutunu kurtaran Volkan tribünlerce alkışlanınca ve Volkan'da buna reaksiyon gösterince iyice bozuldu moraller. Alkışlananın Volkan değilde, Modric olduğunu düşünüyorum. Çünkü, bazı pozisyonlardan sonra Hırvatlar alkışlanıyordu. Ama Volkan reaksiyon gösterince, küfredip o da alkışlayınca taraftar tahrik oldu ve maç sonuna kadar top ne zaman Volkan'a gelse ıslıklandı. Volkan'ın reaksiyon göstermemesi gerekiyordu ama skor ve oyundan sonra normal ama ne olursa olsun ıslıklamak kötü. Maç öncesi çok duygusalız, gol yiyince ya da golümüz gecikince hemen demoralize oluyoruz tarzında açıklamalar yapılmıştı. Hastalığımıza teşhis koyulmuştu bir nevi ama tedavi yapılamadı gene. Maçtan o kadar koptuk ki, Arda Hırvatistan'a gitmemek için sınırda olduğunu bile bile sarı kart gördü. 4 gün sonraki deplasmanda Sabri, Hakan Balta, Arda ve Emre olmayacak. Olsalar da bir şey değişmez gerçi. Hiddink maç sonu şampiyonaya gitmemiz imkansız gibi diye açıklama yaptı ama iyimser konuştu.

Son dönemde Milli takımlar bazında başarılı olan, iyi oynayan ekiplere bakıldığı zaman hepsinde ortak özellikler belli aslında. İyi bir hoca, gerçek bir oyun kimliği, disiplin ve alt yapıya önem verip jenerasyon oluşturmak. Bunun en güzel örneğini Almanya yaptı. Hırvatistan, Almanya kadar olmasa da, 5 senedir aynı hoca ile devam ediyor, tecrübeliler ve bir tarzları var. Takım oyunu oynayabiliyorlar. Bizim gibi her maç bir kahraman beklemek zorunda değiller. Biz her gidemediğimiz her etkinlikten sonra hoca değiştiriyoruz. Sürekli bahsediyoruz ama bir jenerasyon çıkaramıyoruz. Alttan oyuncu gelmiyor. En son jenerasyon olarak bahsedebileceğimiz takım, 2000lerde hem Türkiye'de hem de Avrupa'da muhteşem başarılar gerçekleştiren Galatasaray kadrosu idi. O kadro 2-3 oyuncu değişikliği ile 2002 Dünya Kupası'nda da çok iyi işler yaptı. 2008'de de iyi işler yaptık ve ne ilginçtir ki Milli Takım'ın başında 2000 jenerasyonunun mimarı olan Fatih Terim vardı. Şimdilerde Fatih Terim'in aldığı ücreti konuşanları, Hiddink'in aldığı ücreti konuşurken göremiyoruz pek.

Bu 0 moral ve eksiklere bakıldığında bırakın şampiyonaya gitmek, gene farklı bir skorla mağlup olmak içten bile değil. Özellikle 3-0'ın verdiği rahatlık ve taraftarınında desteği ile Hırvatistan güle oynaya şampiyonaya gider. Biz ise gene kaosa sürükleniriz. Üstelik pimi çekilen ama halen patlamayan bir soruşturma var. O da mutlaka bu yangını körükleyecektir. 

10 Kasım 2011 Perşembe

Sir Alex Ferguson İle Dobra Dobra





Manchester United'ın başında 25. yılını deviren 'Sir' Alex Ferguson'un, kariyerinde öne çıkan açıklamalarından bazıları,


1999 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final'inde İnter için,

''Bir İtalyan bana tabakta makarna olduğunu söylerse, sosun altını kontrol ederim. Onlar sis perdesinin mücididir.''



Chelsea forveti Dennis Wise için,

''Dennis Wise, evde tek başına otururken bile kavga çıkarabilir''



İnzaghi için,

''Filippo İnzaghi ofsaytta doğmuş''



Gary Neville için,

''2.5 cm daha uzun olsa, Britanya'da ki en iyi defans olacak. Babasının boyu 1.87 cm. Sütçüyü araştıracağım''



Manchester United'ın, önceki menajeri Sir Matt Busby için,

''Sir Matt'i takip etme ayrıcalığına sahibim. Tek yapmam gereken, çabalayıp O'nun uzun yıllar önce koyduğu standartları sürdürmeye çalışmak''



Hakem Alan Wiley için,

''Oyunun hızı, hazır durumda hakemler gerektiriyor. Yurt dışında kasabın köpeği gibi sağlam fizikli hakemler görüyorsunuz. Buradakilerin bir kısmı hazır. O değildi. Sarı kart çıkartması 30 saniye sürüyordu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gülünç durumdaydı''



Bayern Münih ile oynanan 1999 Şampiyonlar Ligi Final'i devre arası konuşması,

''Bu maçın sonunda Avrupa Kupası sizden sadece 2 metre uzakta olacak ve eğer kaybederseniz ona dokunamayacağız. Bir kısmınız için, O'na en fazla yaklaştığınız an olacak. Her şeyinizi ortaya koymadan buraya dönmeyi aklınızdan bile geçirmeyin''



Arsene Wenger için,

''Sadece ikimiz kaldık. Sonunda birlikte gün batımına doğru gitmemiz muhtemel''



Liverpool için,

''Verdiğim en büyük mücadelenin şu an olan bitenle alakası yok. Benim en büyük mücadelem, Liverpool'u lanet olası tüneğinden indirmekti. Bunu yazabilirsiniz.''



Manchester United için,

''Kimin ayrıldığı önemli değil. Manchester United ismi bir yere gitmiyor''

6 Kasım 2011 Pazar

Sir Alex Ferguson Stand

Old Trafford'daki ''North Stand'' tribününün adı değiştirilerek Manchester United'ın başında 25. yılını kutlayan Alex Ferguson'un adı verildi ve ''Sir Alex Ferguson Stand'' olarak değiştirildi. Bundan iyi bir jest olamazdı sanırım.





Manchester United ile 25 yıl ?
Alex Ferguson: Rüya gibiydi.
Emeklilik ?
Alex Ferguson: Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, sonraki 25 yılı sabırsızlıkla bekliyor olduğum.

Balmumu Vaart

Tottenham'da forma giyen ve başarılı bir grafik çizen Hollandalı futbolcu Rafael van der Vaart ve eşi Sylvie van der Vaart'ın balmumu heykeli yapılmış. Ayırt etmek zor



Galatasaray 0 - MİY 0 | Kol Bozuk





Normal şartlarda bakıldığında, geçen hafta eksiklerine rağmen belli dönemlerde çok iyi oynayarak Kayserispor deplasmanından 2-0 gibi net bir skorla galip gelen Galatasaray'ın, evinde Mersin İdmanyurdu'nu rahat geçmesi bekleniyordu. İlk kez forma giyen Semih Kaya'nın iyi oyunu, geldiğinden beri ciddi anlamda kıpırdayan Riera, maç içinde müthiş şekilde savaşan Elmander'in üstüne bir de eksiklerin dönmesi bu beklentiyi arttıran etkenlerdi. Semih'in perfomansı herkes gibi Fatih Terim'i de etkilemiş olacak ki gene 11'de görev verdi. Maça etkili başlayan taraf Galatasaray'dı. Selçuk'un şutu, sağ çaprazda Sabri'nin pozisyonu ve Eboue'nin Elmander'e hazırladığı pozisyonlardan yararlanamadı Galatasaray. Özellikle Elmander'in kaçırdığı pozisyon ilk yarı için Galatasaray'ın en ciddi atağıydı. Baskıyı kıran Mersin, Moritz ve Nobre önderliğinde ataklarını da arttırdı. Hatalı çıkıp, 45. dakika da Moritz'i ceza sahasında düşüren Muslera, penaltıyı kurtararak hatasını telafi etti bir nevi ve ilk yarı golsüz sona erdi. İlk yarıda Riera'nın adeta sahada olmayışına, Sabri başta olmak üzere sağ kanadın kötü performansı da eklenince Galatasaray etkisiz kaldı. Kanatlar işlemedi. Elmander yalnız bırakıldı. Yaratıcı oyuncu eksikliği artık gözardı edilemeyecek durumda. Bu eksiklik her maç gittikçe artıyor.


Orta alanda fazlaca yapılan top kayıpları ve pas hatalarından sonra, ikinci yarıda Sabri-Ayhan, Riera-Sercan değişiklikleri geldi. Riera fazla etkisizdi ve ilk yarıdaki penaltı pozisyonunda geri pası atanda kendisiydi. Kazım, Eboue ve Sabri gibi 3 sağ kanat oyuncusu sahada olmasına rağmen o kanadın kötü kullanılması ilginç, Kazım'ın sağ kanattan topla içeriye girmemesi daha ilginç. Melo, Ujfalusi gibi büyük oyuncu. Oyunu iki yönlü oynamaya çalışıyor. Kendi yarı sahasında rakibi karşılıyor, top dağıtıyor, oyun kuruyor. Yetmezmiş gibi birde ileride adam eksiltip pozisyon hazırlıyor. Yani 10 numara gibi oynamak zorunda kalıyor diyebiliriz. Taraftarın da desteği ile ikinci yarıya da etkili başlayan taraf Galatasaray'dı. Elmander önce Melo'nun, sonra da Eboue'nin hazırladığı pozisyondan yararlanamadı. Mersin'in ikinci yarıdaki ilk ciddi atağında, Nduka ile inanılmaz bir pozisyon kaçırdı. Defansın arkasına sarkıp, Muslera'dan da sıyrılıp boş kaleye üst direğe nişanladı topu. Ardından soldan Selçuk'un ortasında Hakan'ın kafa vuruşunu iyi bir refleksle kurtaran Sehic, Muslera'ya selam çaktı. Maç çok hareketlendi ve zevkli bir hal aldı. İki takımda pozisyon bulduğu için iki tarafa da gidip geliyordu maç ama kaçan pozisyonlar bitmiyordu. Elmander ile üst üste iki pozisyon daha kaçtı. Özellikle Sehic'i çalımlayıp boş kaleye kaçırması kendisi gibi izleyenlere de yerleri dövdürdü. Sol kanatta Sercanın çabaları da sonuçsuz kaldı ve maç 0-0 sona erdi. İnanması zor ama bu kadar hareketli tempoya ve pozisyona rağmen maçta bug varmışçasına gol olmadı. 


İkinci yarıda lig kariyerindeki 400. maçına çıkan Ayhan'ın oyuna girmesi ile orta sahada daha fazla top yaptı ve özellikle Eboue'nin performansı ile pozisyonlar buldu ama yararlanamadı Galatasaray. Pek hatırlamak istemesek de, geçen sezonlardan kalan kötü kadro bu kadar transfere rağmen halen izler taşıyor. Orta sahada yaratıcı, lider bir oyuncu eksikliği hissi hat safhada. Beşiktaş'taki Quaresma, Simao gibi Fenerbahçe'deki  Alex gibi bir oyuncusu yok Galatasaray'ın. Topla ilerleyip adam eksiltebilecek, pozisyon hazırlayıp gol attırıp, gol atacak bir oyuncu eksikliği var. Engin'in eksikliğinde Selçuk'un daha fazla sorumluluk alması gerekiyor ama yanında oynayan oyuncuların kötü performansı onu da etkiliyor. Melo tek başına hem defansa hem de ofansa yetişemiyor. Sabri'nin iyi niyetinden kimsenin şüphesi yok ama orta sahada olmuyor kesinlikle. Kayserispor maçındaki gibi Ayhan ile başlansa daha farklı olabilirdi ilk yarı.  Kazım'da etkisiz isimlerdendi.  Kayserispor maçında biraz kıpırdayan Riera bu maçta fazlası ile kötüydü. Artık bir şeyler yapması gerekiyor. İdmanda, şu performansından daha iyi oynuyordur. İşin komik yanı sol açık alternatifimizin Aydın olması. Culio şu yoklukta çok işe yarardı şüphesiz. Aydın'ı izlemektense, sol kanatta Sercan'ı tercih ederim. Sercan, saha içinde düşündüklerini uyguladığı an, çok şeyi değiştirebilecek yeteneklere sahip. Elmander gene çok iyi savaştı ama kendisine yakışmayan pozisyonları kaçırdı. Semih-Ujfalusi ikilisinin uyumu gene güzeldi. Hatta maçla ilgili söyleyebileceğimiz en güzel şeylerden birisi Semih'di. Türk futbolu umarım Semih'i kazanır ve umarım ki Semih bu güzel performansı devam ettirip formayı kaptırmaz. Maçın hakemi için söylenebilecek tek şey, herhalde bu sezonun hatasız maç yöneten tek hakemi olduğu.


Fenerbahçe'nin puan kaybettiği bir haftada kazanılabilecek bir 3 puan hem sıralama hem de psikolojik açıdan çok iyi olacaktı ama olmadı. Lig'de ilk devrenin bitmesine 7 maç kaldı ve artık iç sahada puan kaybedilmemeli. Yaklaşan devre arası transfer döneminde orta saha transferi öncelik.

4 Kasım 2011 Cuma

Arsene Wenger İle Futbol Üzerine




15 senedir Arsenal'in teknik direktörlüğünü yapan, Arsenal'e önemli başarılar, dünya futboluna da bir çok yıldız kazandıran Arsene Wenger ile futbol üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirilmiş.



Arsene Wenger: Bir oyuncudan başarılı bir futbolcu yaratmak istiyorsanız, iyi olmak uğruna neler yapabileceğine bakarsınız. Mükemmel bir futbolcu olma tutkusunu içinde yaşıyor olmalı. Bir futbolcu yaratmak bina inşa etmeye benzer. Zemininiz sağlam olmalı yani teknik. İlk katı çıkarsınız, bu fiziktir. Yetenek 14-17 yaşları arasında ortaya çıkar. Yetenek var, yeterince hızlı ve güçlü ise 2. kata çıkabilirsiniz. Burada önemli olan oyunun mantığını anlayıp anlamadığıdır. Son basamakta 18-19 yaşlarında futbolcunun şu soruya cevap vermesi gerekir; Başarılı bir futbolcu olmayı ne kadar istiyorum ?

Başarı; yetenek, zeka ve motivasyonun kombinasyonunda saklıdır. Biri bile eksikse mükemmel bir kariyer asla yakalanamaz





Soru: Bir deneme maçı izlerken genç futbolcu adaylarında nelere bakarsınız ?

Arsene Wenger: Özel bir şeyler. Çünkü hiç birimiz mükemmel değiliz ne yazık ki. Ama önemli olan iyi futbolcuda olması gereken şey öne çıkan bir özellik. Bazen vizyon, oyunu çabuk anlama yeteneği, bazen tutku, kazanma motivasyonu

Soru: Bir deneme maçı, siz oradasınız, izliyorsunuz sizi etkilemek için oyuncunun ne yapması gerekir ?

Arsene Wenger: Öncelikle yeteneğini ortaya koyabilmeli. Kendinizi kısıtlamayın. Yeteneğinizi gösterebiliyor olmanız önemli. Kendiniz olabilmek, yüksek seviyelerde rekabet ortamında önemli bir özellik olacaktır. Hayattaki ilk amacınız topla hareket ederken rahat olabilmek olmalı.

Topu kullanın. Durmayın, top size geldiğinde hızlı olmalısınız. Top bir oyuncunun ayağına geldiği zaman futbolcuya umut verir. Stres vermemeli, kalp atışlarınız yavaşlamalı. Umudunuz ön plana çıkmalı. Bu yüzden topla çok çalışın.

Kendinize inanın. Yaşın bir önemi yok. Hayalinizi canlı tutabiliyorsanız, peşinden gidebiliyorsanız, kendinizi motive edebiliyorsanız hayatta başarılı olmanın kuralı azimdir. Yaptığınız işe inanmaya devam edin, bir gün gerçek olacaktır.

Biz, gençlere hayallerini canlı tutma şansı vermek istiyoruz. Pes etmeyin!






Bir çok genç yeteneği harmanlayıp yıldız yapan, oyuncuları değişse de sistemi ve futbol anlayışı hep pozitif olan Arsene Wenger, yıldız bir oyuncu olmak için öncelikle oyuncunun kendisine inanması, çok çalışmasını ve asla pes etmemesini öneriyor. Bu yol tarifinin doğru yere çıktığına şüphe yok. İnsanın Arsenal alt yapısına yazılası geliyor.

3 Kasım 2011 Perşembe

CR 900





Real Madrid'in deplasmanda Lyon'u 2-0 yendiği maçta Madrid'in golleri Cristiano Ronaldo'dan geldi. Real Madrid'in Avrupa kupalarındaki 900. golünü Ronaldo atmış oldu. 

1 Kasım 2011 Salı

''FIFA Altın Top Ödülü'' adayları belli oldu




2 yıldır üst üste Lionel Messi'nin kazandığı ''FIFA Altın Top Ödülü''nün bu yılki 23 adayı arasında 7 İspanyol bulunuyor.

Adayların sayısı 5 Aralık'ta 3'e indirilecek ve ödülü kazanan futbolcu 9 Ocak 2012'de Zürih'te açıklanacak.

23 adayın ülkeleri ve forma giydikleri takımlar şöyle:

Eric Abidal (Fransa, Barcelona),
Sergio Agüero (Arjantin, Manchester City),
Karim Benzema (Fransa, Real Madrid),
Iker Casillas (İspanya, Real Madrid),
Cristiano Ronaldo (Portekiz, Real Madrid),
Daniel Alves (Brezilya, Barcelona),
Samuel Eto'o (Kamerun, Anji Mahaçkale),
Cesc Fabregas (İspanya, Barcelona),
Diego Forlan (Uruguay, İnter),
Andres Iniesta (İspanya, Barcelona),
Lionel Messi (Arjantin, Barcelona),
Thomas Müller (Almanya, Bayern Münih),
Nani (Portekiz, Manchester United),
Neymar (Brezilya, Santos),
Mesut Özil (Almanya, Real Madrid),
Gerard Pique (İspanya, Barcelona),
Wayne Rooney (İngiltere, Manchester United),
Bastian Schweinsteiger (Almanya, Bayern Münih),
Wesley Sneijder (Hollanda, İnter),
Luis Suarez (Uruguay, Liverpool),
David Villa (İspanya, Barcelona),
Xabi Alonso (İspanya, Real Madrid),
Xavi Hernandez (İspanya, Barcelona)

YILIN TEKNİK DİREKTÖR ADAYLARI

Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) ve France Football dergisinin verdiği ''Yılın Teknik Direktörü'' ödülünün bu yılki adayları belirlendi.

Ödülü geçen yıl kazanan Real Madrid'in Portekizli teknik direktörü Jose Mourinho da yine adaylar arasında.

2011'in en iyi teknik direktörü adayları, ülkeleri ve çalıştırdığı takımlar şöyle:

Vicente Del Bosque (İspanya/İspanya Milli Takımı),
Alex Ferguson (İskoçya/Manchester United),
Rudi Garcia (Fransa/Lille),
Josep Guardiola (İspanya/Barcelona),
Jürgen Klopp (Almanya/Borussia Dortmund),
Joachim Löw (Almanya/Almanya Milli Takımı),
Jose Mourinho (Portekiz/Real Madrid),
Oscar  Tabarez (Uruguay/Uruguay Milli Takımı),
Andre Villas-Boas (Portekiz/Chelsea)
Arsene Wenger (Fransa/Arsenal)

Ödülü kimin kazandığı, 9 Ocak 2012'de Zürih'te FIFA Altın Top Ödülünün sahibinin belirlendiği törende açıklanacak.


Koyu bir Jose Mourinho fanı olarak dileğim ödülü kazanması tabii ki.
Fifa Altın Top ödülünü bu sefer Ronaldo kazanmalı. Fazlası ile hak etti.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Beğen