27 Mayıs 2012 Pazar

Mourinho: ''Futbolcular Çok Özel Hayvanlardır''




Jose Mourinho'nun, Fatih Altaylı'ya açıklamaları;


* Kulüp yöneticiliği de yaptığım için merak ettiğim bir şey var. “Acaba teknik direktörlere gereğinden çok mu para veriyoruz?” diye düşünmüşümdür hep. Sence bir futbol takımının başarısında teknik direktörün payı yüzde kaçtır? Ya da şöyle sorayım, başarıda yönetimin payı nedir, teknik adamın payı nedir, sahadaki futbolcuların payı nedir?


Sahada iyi bir takımınız yoksa; iyi, yetenekli futbolcularınız yoksa zaten hiçbir şey yapamazsınız. Yani takım önemli. En önemlisi diyebilirim. Böyle iyi bir takımı kurmak, bunları alabilmek için de iyi bir yönetim, iyi bir kulüp gerekli. Ama iyi bir yönetim, iyi bir takım kurup bu takımı organize edecek iyi bir teknik adam bulamazsa o zaman bütün bunlar hiçbir işe yaramayabilir. Hangisi daha önemli diye bir şey söyleyemem. Oran hiç veremem. Ama en önemlisi ahenk: Çekleri imzalayıp ödeyecek bir yönetim, bu paranın karşılığını verecek karakterli futbolcular ve futbolcuları doğru oynatacak, saygılarını kazanacak bir teknik direktör... İyi teknik direktörün önemiyse şurada: Gerçekten iyi bir teknik direktörseniz, sıfırdan kurduğunuz bir takımla kısa sürede başarılı olursunuz. Şanslı bir teknik direktörseniz ve iyiyseniz, iyi kurulmuş, iyi organize olmuş bir takımın başına geçersiniz...


‘ABRAMOVİCH ÇOK ZORDU’


* Seni ve Fatih’i (Terim) bir arada görmüşken sorayım. Karizmatik teknik direktörlerin kulüp yönetimleriyle daha sık ve daha fazla sorun yaşadığını düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Özellikle de patron kulüpleriyle...


Karizmatik teknik adamların patron kulüpleriyle daha çok sorun yaşadığı doğru değil. Daha doğrusu genel olarak doğru değil. Mesela benim en rahat çalıştığım kulüp başkanı Massimo Moratti (Inter Başkanı) oldu. Adam kulübün sahibiydi. Çok güçlüydü. Takımın fanatik bir taraftarıydı. Her maça gelen, medyayla çok yakın, hep demeç veren, hep konuşan, heyecanlı bir adamdı ama onunla çok iyi anlaştım. Beni takımın başına getirdi ve hiç karışmadı. Teknik olayların içine hiç girmedi. Bir gün tek bir laf etmedi.


* Ama Abramovich’le öyle olmadı değil mi?


"Abramovich çok farklı bir karakterdi. Moratti’nin tam aksine medyayla sıfır ilişkisi vardı. Hiç konuşmaz, hiç röportaj vermez, hiç ortalıkta görünmezdi. Ama futbolu çok iyi bildiğini düşünürdü ve teknik konularda hep bir fikri, hep bir tavsiyesi vardı. Çok zordu.


* O yüzden mi kovuldunuz oradan?


“Kovulma” diyemeyiz. Karşılıklı anlaşarak ayrıldım. Bir gün dayanamayacak noktaya geldiğimde gittim dedim ki: “Bak Roman, biz iyi arkadaşız. Ama burada kalmaya devam edersem arkadaşlığımız da bitecek. En iyisi ben ayrılayım.” O da buna “Hayır” demedi. Ayrıldım.


* Kovulma değil ama boşanma. Hatta severek boşanma diyebilir miyiz?


“Boşanalım ama arkadaş kalalım” durumu. Çocukların iyiliği için! Tam öyle. Hatta şöyle diyebilirim. Yeniden evlenme ihtimalini de barındıran bir boşanma. Eğer devam etseydik yeniden evlenme ihtimalimiz de olmazdı.


‘KRİZ REAL MADRİD’E UĞRAMAZ’


* Burada Kerem Alkin lafa girdi ve HT Bloomberg Yayın Yönetmeni’nden beklenen soruyu sordu: Euro Bölgesi’ndeki ekonomik kriz Avrupa futbolunu nasıl etkileyecek? Büyük bütçelerde, sponsorluk gelirlerinde sıkıntı yaşayacak mısınız?


(Mourinho gülüyor...) Kriz Real Madrid’e uğramaz, çünkü taraftarların üzerinde duran bir kulüp. Takımın sahibi taraftarlar. Yönetim onların arasından çıkıyor. Takımı maddi olarak taraftarlar ayakta tutuyor. Müthiş bir “merchandising” operasyonları var. Dünyanın her yerinde ürün satıp büyük paralar kazanıyorlar. Sponsorluk gelirlerine zerre ihtiyaçları yok. Geçen yılki gelirleri 500 milyon Euro. Bu da fazlasıyla yetiyor. Mesela Ronaldo transferi çok büyük rakam gibi görünüyor herkese. Real Madrid içinse çerez gibi, çünkü sadece Ronaldo tişörtlerinin satışından gelen para Ronaldo transferi için ödeneni fazlasıyla karşılıyor.


* Bu sözler üzerine masadaki herkes Türkiye’deki kulüplerle Real Madrid’in bütçesini karşılaştırmaya başladı. Bana Galatasaray’ın bütçesini sordular. “5’te biri bile değil” dedim. Fatih Terim itiraz etti: “5’te biri dediği tüm kulübün bütçesi. Tüm branşlar, tüm masraflar, genel giderler dahil. Jose’nin söylediği ise sadece futbol takımının bütçesi.”


Mourinho, Terim’in bu sözlerini doğruladı. Bunun üzerine sordum: Sınırsız imkânın var ve istediğin futbolcuyu alabilirsin. Mesela bu yıl kimi alırdın?


(Yanıtı yanıt değil ama çok önemli.) Messi’yi almazdım. Ronaldo’nun yanına Messi’yi koymak, ikisini aynı takımda oynatmak iyi bir fikir olmayabilir. “Olmaz” demiyorum ama riskli. Belki birbirlerini, belki de takımın uyumunu bozarlar.


* Messi’yi almazdın anladık. Peki kimi alırdın?


"Yarın bir oyuncuyu izlemeye gidiyorum ama kim olduğunu söylemem. Şunu söyleyebilirim, Ronaldo şahane bir oyuncu. Takım oyuncusu, çok iyi huylu, çok iyi kalpli. Her teknik direktörün sahip olmayı isteyeceği bir oyuncu. O takımı seviyor, takım onu seviyor. Messi’yi, karakterini bilmiyorum. Belki o da öyledir. Ama tanımıyorum. Ronaldo her takımda oynar ve başarılı olur. Messi’yi bilmiyorum."


* Mesut Özil...


"Real Madrid’e aldığım zaman herkes şaşırdı. Şaşıracaklarını biliyordum, çünkü Real Madrid taraftarı Zidane gibi oyuncuları seviyo: Gösterişli, şov tarafı olan... Basit oynayan iyi oyunculara alışık değiller."


* Bunca yıldız oyuncuyu yönetmek, kendini kabul ettirmek zor değil mi? Bir teknik adamı, daha doğrusu seni başarıya götüren nedir?


“Karizmatik teknik adam” dediniz ya, takım söz konusu olduğu zaman karizma tam bir palavradır. Oyuncu hemen anlar. Futbolcular çok özel hayvanlardır. Müthiş bir koku alma yetenekleri vardır. Teknik direktörün iyi olup olmadığını, takımı taşıyıp taşıyamadığını hemen anlarlar. Yanlış bir oyuncu değişikliği belki kabul görür ama bu hatayı iki kere yaparsanız ve bu yüzden kaybedersiniz, futbolcunun gözünde bir anda sıfırlanırsınız. Bir teknik adam hem “motivatör” hem iyi antrenör hem iyi oyun okuyucu olmak zorunda. Hepsi birden olacak. Mesela Fatih için “Çok iyi motivatör” diyorlar. Hadi üç maç hatalı kadro yapsın, hatalı değişiklik yapsın, hatalı taktik versin bakalım “motivatör” olabilir mi? Kadroyu doğru kuracak, değişikliği yerinde yapacak, sonra da motive edecek. Bunların hepsi aynı önemde ve futbolcu bunların hepsini görüp anlar.


‘ÜLKEME HİZMET EDEMEDİM’


* Peki ya yıldızlar...


Galiba sizlerin yıldız anlayışıyla biz teknik direktörlerin yıldız anlayışları çok faklı. Mesela bana göre Pepe bir yıldız ama siz öyle görmezsiniz. Taraftar öyle görmez daha doğrusu. Taraftara göre yıldız orta sahadan, forvetten çıkar. Çalım atacak, gol atacak, şov yapacak adamlara yıldız diyorlar. Bize göreyse kafamızda bir takım, bir oyun planı olur ve bu plandaki yerlere en iyi oturacak adamlar yıldızlarımızdır. Bakın bir takımda sizin yıldız dediklerinizden bir tane olursa iyidir. İki tane olursa şahanedir, ama üç tane olursa sorun başlar. Dört tane olursa tam bir felakete dönüşür bu sorun. Ortada takım kalmaz. Futbol kalmaz. Oynayacak kimse almaz.


* Portekiz Milli Takımı’ndan bir teklif gelse kabul eder misin?


"Geçen sene geldi. Takım zordaydı, teknik direktörün işine son vermişlerdi. Avrupa Şampiyonası Finalleri’ne katılmak riskli hale gelmişti. “Gel” dediler. Açıkçası ben de kabul ettim. Ama Real Madrid yönetimi izin vermedi. “Maçlar çakıştığı zaman ne yapacaksın? Kafan dağılır, konsantrasyonun bozulur” dediler. Haklılardı. Bana ve takıma çok yatırım yapmışlardı. Kabul edemedim ama çok üzüldüm. Bir gün mutlaka bunu yapacağım. Çok istiyorum. Gerçekten istiyorum. Hiçbir zaman iyi bir futbolcu olamadım. Ülkeme hizmet edemedim. Ama şimdi teknik adam olarak hizmet edebilirim ve bunu yapmak istiyorum. Hem de çok istiyorum."


‘TEK UĞURUM KARIMI ARAMAK’


* Son sorumu soruyorum: Maçlardan önce veya maç sırasında bir uğurun var mı? Taktığın bir şey, söylediğin bir söz. Bir de şu meşhur palton vardı, İnter’deyken hep giydiğin. Çok güzeldi. Aradım ama bulamadım. Ne markaydı. Artık giymiyorsan bana satar mısın?


"İspanya Milano kadar soğuk olmadığı için artık palto giymiyorum. Palto nerede onu da bilmiyorum. Karım almıştı. Maçlarda bir uğurum, uğurlu eşyam falan yok. Maç öncesi veya sırasında bir ritüelim de yok. Daha doğrusu tek bir ritüelim var. Sahaya çıkmadan önce mutlaka eşimi ararım. Bana şans diler. O kadar. Uğur diyorsanız bir tek bu var: Karımı aramak.


* Bir ara peş peşe sorularım üzerine Mourinho bana dönüp “Bak hiçbir teknik direktör senin gibi bir futbolcuyla çalışmak istemez. Çok şahsi oynuyorsun. Top hep senin ayağında olsun istiyorsun. Bir çalım, bir çalım daha. Bir kaleden öbür kaleye kadar topu götürüp golü de kendin atmak istiyorsun” deyince masadan kahkahalar yükseldi. En çok gülenin Fatih Terim olduğu da gözümden kaçmadı. Teknik direktörden yediğim fırça üzerine sustum.


Konuklardan biri sordu: “Barcelona’dan teklif gelse gider misin?"


”Mourinho “Asla” dedi. Dayanamadım... Barcelona’dan nefret ediyorsun galiba! Asla. Kariyerim Barcelona’da başladı diyebilirim. Biliyorsun orada teknik direktör yardımcısıydım. Çok iyi dostlarım var o kentte. Halen görüşüyorum. Çocuğum Barcelona’da doğdu ama mümkün değil gitmem. Çünkü İspanya’ya gelmeden önce İnter ve Chelsea’yi çalıştırırken tam 12 kez Barcelona ile karşılaştık. 12 kez. Şansıma. Grupta karşılaşıyoruz, gruptan çıkıyoruz yarı finalde, finalde bir daha karşılaşıyoruz. Tam bir bela. Bu maçlarda o kadar çok gerilim yaşandı, o kadar çok söz söylendi ki, bunları unutmamız mümkün değil. Ben onlara, onlar bana. Artık Barcelona’da çalışamam.


* Çok para verseler!


"Artık paraya ihtiyacım kalmadı. Para için bir şey yapmama gerek kalmadı. Para bir etken olmaz.


‘İTALYA’DA HER ŞEY MÜBAH’


* Hocadan fırçayı yiyip yedek kulübesine çöken oyuncu gibi susunca, soru soran da pek kalmadı. Millet kendi arasında konuşmaya başladı. Bunun üzerine yine dayanamadım: Bak bana kızdın ama ben oynamayınca takımda oynamıyor. Ben yine topu alıyorum kusura bakma!


"Şaka yaptım. Tabii ki sor."


* Üç büyük futbol ülkesinde çalıştın. İtalya, İngiltere, İspanya. Sence hangisinde futbol daha futbol gibi oynanıyor? Hangisinde futbol gerçekten keyif işi?


"Keyiften ne anladığınıza bağlı ama ben en çok İtalyan usulünü sevdim. Mutlaka kazanmak için oynuyorlar. İyi oynamışsın, kötü oynamışsın fark etmiyor. Kazan yeter. Futbolcu da öyle. Canını kanını veriyor kazanmak için. 1-0 kazan ama kazan! Küçük bir takıma gidiyorsun. 80 dakika savunma yapıyorlar. Kıran kırana. 1-0 galip ol fark etmiyor. Gelmiyorlar. Kapanıyorlar. Sonra 80. dakikada saldırmaya başlıyorlar. Ancak o zaman riske giriyorlar. İtalya’da ilk maçımdı. 1-0 kazanmıştık ama kötü oynamıştık. Soyunma odasına indim. Başkan geldi, “İyi oynamadık” dedim. “Boşver iyi oyunu. Kazandık ya yeter. Üç puan cepte. Başkasına gerek yok” dedi. İngiltere ise tam tersi. 3-0 önde hâlâ atak yapıyor takımlar. Ya da 3 tane yemiş ama savunmaya çekilmiyor, yine bastırıyor. Kazanmak önemli değil iyi oynamak, keyif almak önemli. Umursamıyorlar. Teknik direktörler de rahat. İşleri garanti. İtalya’da ilk iki ayda 12 teknik direktör kovuluyor, İngiltere’de hiç kovulan yok. İspanya ise ikisinin arasında bir yerde. Hem kazanacaksın hem iyi oynayacaksın. Kazansan bile iyi futbol yoksa taraftarın ıslıklıyor.


* Biri soruyor: Ülkelerin kültürleri futbolculara nasıl yansıyor? Hangi ülkede futbolcuların kültürel seviyesi daha yüksek? (Soruyu tam anlamıyor ama çok güzel bir yanıt veriyor Mourinho.)


"Benim ülkemde, Portekiz’de bir futbolcu ceza alanında sahtekârlık yapıp kendini yere atar ve hakeme yutturursa bu iyi bir şeydir. Taraftarlar o futbolcuyu sever, alkışlar. Doğru yaptığını düşünür. İngiltere’de bir futbolcu aynı şeyi yaparsa, kendi taraftarı bile ıslıklar. İspanya’da da öyle. Sahtekârlık hoş görülmez. İtalya’daysa her şey mübahtır. Yeter ki kazan. Mesela Robin benim oyuncumken sürekli balıklama atlardı yere. Taraftar nefret etti ondan.


‘BEŞİKTAŞ'TAN DÖRDÜNCÜ KOVULAN OLMAK İSTEMEM’


* Real Madrid’le zirvedesin. Daha yukarıda bir takım yok. Bundan sonra ne yapacaksın? Ne yapsan zirveden inmiş olarak görülmeyecek misin? Eskiden olsa “Evet” derdim ama artık öyle bakmıyorum meseleye. Gittiğim her takımda belirli bir başarıya ulaştım. Dediğiniz gibi Real Madrid eğer zirve ise zirveye kadar çıktım. Bundan sonra keyif işi yaparım. Farklı iddialar ortaya koymak isterim.


* Masadaki Beşiktaşlılardan biri şöyle dedi: O zaman Beşiktaş’a gelirsiniz.


(Mourinho “Hayır” anlamında elini salladı.) Gelmem. Real Madrid’in üç eski teknik direktörü Toshack, Del Bosque ve Schuster Beşiktaş’a geldi, üçü de kovuldu. Dördüncü olmak istemem.


* Bunun üzerine kendisine bir teklif götürdüm: Bizim gazetenin patronu Kasımpaşaspor’u aldı. 2. Lig’de ama 1’e çıkmak üzere, iyi bir iddia olur sizin için. Terim’e dönüp “İstanbul takımı mı?” diye sordu. Terim “Evet” deyince şöyle yanıtladı:


"Neden olmasın?" (Eğer kabul ederse benim kovulacağım kesin. Adam Real Madrid’den yılda 18 milyon Euro alıyor.)

24 Mayıs 2012 Perşembe

Torres: Oynamıyorum!

Şampiyonlar Ligi finalinde penaltılar sonucu kupayı kazanan Chelsea'de, Fernando Torres'in penaltı atmayacağını öğrendiği anki tepkisi. 'Oynamıyorum ben' der gibi. Di Matteo teselli etmeye çalışıyor ama nafile.


İnsan mısın Falcao ?

Falcao'dan inanılmaz bir gol daha



17 Mayıs 2012 Perşembe

17 Mayıs 2000

Bugün 17 Mayıs. Türk spor tarihinin kazandığı en büyük başarı olan UEFA Kupa'sının yıl dönümü.  İnsanın ifade etmekte güçlük çektiği şeyler vardır. Bu da onlardan bir tanesi. Dağ başını duman alalı, finale kadar her ülkeden karşılaştığı takıma karşı harika mücadele edip namağlup şekilde finalde Arsenal'i penaltılar sonucu devirip kupayı kazanmamızın üzerinden 12 yıl geçmiş. Akıllara her geldiğinde, her izlendiğinde insanı duygulandıran, gözlere bir şey kaçırtan bir olay. Finalde taraftarın desteği, Taffarel'in kurtarışı, Kaptan'ın çıkık omzu ile oynaması, telefon melodisi, Levent Özçelik ve Ömer Üründül... Hiçbiri unutulmaz. Ömer Üründül'ün de dediği gibi, korkunç bir şey...


Allah tekrar bu başarıları görmemizi nasip eder inşallah.











16 Mayıs 2012 Çarşamba

Ayhan Akman



BAM döneminin en talihsiz oyuncularından oldu Ayhan. Islıklandı, küfür yedi ama karşılık olarak armayı öperek karşılık verdi. İlk geldiği yıldan beri kanatlarda, orta sahada, ofansta kısacası nerede görev verilirse verilsin itiraz etmeden oynadı. 2008 yılındaki şampiyonlukta payı büyük. Bu sezon itibari ile futbolu bıraktı. Hem de Kadıköy'de şampiyonluk kupası kaldırarak. Bundan iyi emeklilik olmaz sanırım. Her şey için teşekkürler kaptan.

Sezon Değerlendirmesi




Şampiyonluk sarhoşluğu ardından genel itibari ile sezonu değerlendirebiliriz sanırım. Devre arasındaki değerlendirmede sezon öncesinden bahsettiğim için bu seferki satır başları daha çok sezon sonu ve play-off ağırlıklı olacak.


Olması gereken bir değişim, Galatasaray'ı iyi bilen bir teknik direktör, nokta transferler, hem saha içi hem de saha dışında gerçek bir 'takım' olma olgusu, saha içerisinde bir kimlik, oyunculara kazanma hırsı ve kendilerine güveni ve doğru bir sistemden sonra özlenen Galatasaray döndü. 3 Temmuz sürecini saymazsak artık saha dışının değil saha içinin konuşulmaya başlanması, Florya'ya çeki düzen verilmesi ve nasıl daha iyi oluruz? sorusu sorulmaya başlandıktan sonra Galatasaray derin bir nefes aldı.


Kötü başladığımız sezona 4-4-2'ye döndükten sonra özellikle de devre sonuna doğru iyi oyun ve gelen derbi galibiyetleri ile olmamız gereken yerde, liderlik koltuğundaydık. 10 yıl aradan sonra devreyi lider bitirdik. Buradan sonra önemli bir transfer dönemi ve kafalarda soru işareti olan bir play-off dönemi vardı. Açıkçası devre arası transfer dönemini kötü değerlendirdik. Takımın büyük oranda yenilenmesine rağmen özellikle gerçek kanat oyuncularına ihtiyacı bariz bir şekilde ortadaydı. Eskisi gibi etkili olamayan Baros'un yerine iyi bir forvet oyuncusu gerekiyordu. Bir çok isim yazıldı çizildi. Shaqiri transferi gerçekleşmedi üstüne Kazım'da takımdan ayrıldı. Manisaspor'dan Yiğit ve Antalyaspor'dan Necati transfer edildi. Medyanın gazına gelenler için hayal kırıklığı diyebiliriz. Yiğit her ne kadar kanatlarda devşirme oyuncular oynamasına ve Kazım'ın gönderilmesine rağmen şans bulamadıysa da, Necati kritik ve güzel golleri ile etkili oldu. İkinci devreye kaldığımız yerden iyi başladık. Ama bazı oyuncuların ilk devredeki iyi oyunları ikinci devrede olmayınca zorlanılan, kitlenen maçlar oldu. Kadro derinliğinin yetersizliğine devre arasında iyi bir transfer yapılmaması da etkisini gösterdi çoğu maç. Ama takım oyunu oynamanın ve presi iyi uygulamanın avantajlarını neredeyse her maç gördü Galatasaray.  Bu da zaten bir nevi dengeledi. Fenerbahçe deplasmanında ilk 20 dakikada 2-0 geriye düşüp, daha sonra 70 dakika rakibi kendi evinde deplasman takımı yapıp 2-2'yi yakalamamıza rağmen galibiyet son dakikada kaçtı. Normal sezonu Fenerbahçe dokuz, Trabzonsporun yirmi bir, Beşiktaş'ın yirmi iki puan önünde kapattık. Kimsenin daha önce görmediği saçma sapan play-off, süper final adı altında aslında olmayan marka değerimizi yükseltme adına zaten gergin geçen ortam daha da gerildi. Bu gerilime Melo-Riera kavgası da eklendi Play-off öncesi. Puanlar bölündü. 9 puanlık fark düştü 5'e. İkili averaj durumunda yarım puan daha silinecekti.


İlk play-off maçında Beşiktaş'ı deplasmanda 2-0 yenerek başladık. Gerektiğinden fazla uzayan ligi 2. play-off maçında bitirmeye çok yaklaştık. Ama şans Fenerbahçe'nin yanındaydı ve mucizevi bir şekilde 2-1 kaybettik. O andan itibaren psikolojik avantaj Fenerbahçe'de, puan avantajı bizdeydi. Fenerbahçe play-offta normal sezona göre daha derli toplu oynadı. Biz ise play-off'ta mental açıdan biraz bocaladık. Fenerbahçe mağlubiyetinden sonra Trabzonspor deplasmanında alınan galibiyet ve iyi futbol bizi biraz kendimize getirdi. Play-off'un dördüncü maçında avantaj bir kez daha önümüze geldi ama Trabzonspor ile berabere kaldık. Uzun süre sonra karşısına liderlik şansı çıkan Fenerbahçe'de bunu değerlendiremedi ve beşinci maçlar öncesi puan farkı 3'te kaldı. Olaylı maçta iyi konsantre olan Fenerbahçe, Trabzonspor'u yendi. 2-0 öne geçtiğimiz maçta son 3 dakikada yediğimiz 2 gol ile maçtan beraberlikle ayrıldık. Puan farkı 1'e indi ve en başından beri  sistemi para üzerine kuranların isteği oldu. Şampiyonluk son maça kaldı. Son maçta Kadıköy'de Fenerbahçe'ye şampiyonluk için mutlak galibiyet, bize de galibiyet dışında beraberlikte yetiyordu. Oyunu yavaşlatmak ve kontrolü ele almaya çalışarak geçirdiğimiz maçta Fenerbahçe'nin kötü oyunu eklenince gol sesi çıkmadı ve bu sezon iki kere şampiyon olduk.


Şunun altı çizilmeli ki, bu sezon hem saha içi hem de saha dışında gerçek bir takım görüntüsü verdik. Sahada her zaman iyi oynamaya çalışan, keyif veren, pres yapan, vazgeçmeyen bir Galatasaray vardı. Kalede gerçekten iyi bir kaleci vardı. Mondragon'dan sonra sürekli kaleci arayışındaydık. Nokta bir atış oldu. Başlarda eli küçük dendi ama yüreğinin ne kadar büyük olduğunu gösterdi. 2 senelik uykusundan uyanan Hakan Balta, gerçek mevkisinde oynadığı zaman etkili olan Eboue, aslında kimsenin beklemediği Semih ve bu denli yararlı olması beklenmeyen Ujfalusi ile çoğu zaman iyi performans gösteren bir savunma dörtlüsü oluştu. Servet ile Gökhan'dan formayı alan Semih bir daha bırakmadı. Ujfalusi'nin katkısını da unutmamak gerek. Hem savunmada her maç çok iyi işler yaptı hem de Semih'e çok yardımcı oldu.


Orta sahada BAM etkisinden sonra adeta çölde bir vaha gibiydi Selçuk-Melo ikilisi. Selçuk'un formunu hep iyi tutup, bu sezon duran toplardaki istatistiklerimize katkısı fazlası ile yüksek. Oyunu kurması, pasları, duran topları, başta olmak üzere orta sahada gerçek bir lider gibiydi. Duran topları tekrar sevdirtti bize. Melo ise oyunu iki yönlü oynayıp presi ve hırsı ile hep öne çıktı. Bazı maçlar Selçuk'tan çok ofansa katıldı, bazı maçlar daha geride oynadı. Sürpriz gollere imza attı. Sadece oynadığı futbolla değil gol sevinçleri ile de gündeme geldi. Taraftar ile arası hep iyi oldu. Her ne kadar Riera ile kavga etmiş olsa da kendini bir şekilde affettirdi. İstese nasıl olsa sezon sonu şampiyon takıma geri döneceğim deyip bırakabilirdi kendisini ama yapmadı bunu. Bu sezon en büyük eksikliğini hissettiğimiz etkili, yaratıcı, adam eksiltip pozisyon yaratan kanat oyuncuları idi. Emre ve Engin ellerinden geleni yaptı. Bazı maçlar çok etkili oldular, bazı maçlar sahada yoklardı. Özellikle Emre devre sonuna doğru formunu yükselttikten sonra ikinci devreye aynı formu yayamadı. Sezon başı transfer edilen Riera tek kelime ile hayal kırıklığı oldu. İkinci devre transfer yapılmayınca, Kazım da gidince Aydın tekrar şans buldu ve iyi değerlendirdi. Manisaspor'dan transfer edilen Yiğit bunca eksikliğin arasında eğer kadroya giremiyorsa olası transferlerde hiç giremez. Engin çok uzun süre sonra kadro dışı kalmadan, olay çıkartmadan bir sezon bitirdi. Yeteneği olduğu çok bariz ama topla çok fazla oynuyor, eziyor.



Belkide bu sezon ki en büyük performans sürprizini gerçekleştiren isim Elmander oldu. Türkiye bonservissiz gelip çok iyi performans gösteren futbolculara pek alışık değildir. Elmander'in avantajı da biraz bu oldu. Beklenti düşük tutuldu ama Elmander ilk andan itibaren gösterdiği özveri ve hırs ile kalitesini belli etti. Sadece attığı goller ile değil, hücum presi ve pozisyon hazırlaması ile de çok yararlı oldu. Geçen seneden beri formu gittikçe düşen, sakatlıkları gibi gereksiz kartları ile de son senesi olduğunu belli eden Baros, çoğu maç etkisizdi. Devre arasında gelen Necati kritik ve güzel golleri ile etkili oldu ama büyük maçların hiçbirinde ortada yoktu. Özellikle mental açıdan fazlası ile gelişmeye ihtiyacı olduğu açık olan Sercan, kendini geliştirmek yerine twitterda dolaşmayı tercih etti.


Fatih Terim'e gelecek olursak, anamızın ak sütü gibi helal olan bu şampiyonluğumuzda tabii ki en büyük etken onundu. Kazanmayı unutan, futboldan başka her şeyi konuşan, sahada birbirine yabancı 11 oyuncu varken, camia tam anlamı ile kaostayken geldi ve çok kısa sürede müthiş bir etki gösterdi. Her maç çok iyi oynamayan ama neredeyse her maç sonuna kadar savaşan, bırakmayan bir Galatasaray'ı yarattı. Belki Selçuk muhteşem performans gösterdi ama sezonun en iyi transferi Fatih Terim oldu. Uzun yıllar görevde kalıp özlediğimiz başarıları tekrar yaşatması en büyük dileğimiz. Ordusu daima İmparator'u ile.


Zor bir lig oldu. Umarım bir daha bu kadar az futbol konuşulan, kavga olan bir sezon daha yaşamayız.
Yürüyedur Galatasaray...



15 Mayıs 2012 Salı

Del Piero'nun Vedası






DÜNYA'DA HİÇBİR ŞEY...

8 şampiyonluktan,
Seri B'den A'ya yükselmekten,
Coppa Italia'dan (umarım 2 olur)
4 İtalya Süper kupasından
Şampiyonlar Ligi'nden
Avrupa Süper Kupası'ndan
Kıtalararası kupadan
Fiorentina'ya gol atmaktan
Del Piero tarzı gol atmaktan
Tokyo'da gol atmaktan
Göz yaşlarımdan
Bari'de gol atmaktan
Derbi maçında topukla atılan voleden
Avvocato için bir golden
Inter'e karşı bir golden sonra dil çıkartmaktan
David'e yapılan bir asistten
187 numaralı golden
Almanya'da bir golden
Berlin'den
Frosinone'ye atılan bir golden
Seri B'de gol kralı olmaktan
Seri A'da gol kralı olmaktan
Bernabeu'da deli gibi alkışlanmaktan
Siyah-beyaz formayla 704 maça çıkmaktan
289 golden
Takımımı şampiyonluğa götüren bir frikik golünden
Atalanta'ya atılan bir golden
Her türlü rekordan
Del Piero isimli 10 numaralı formadan
Kaptanlık pazubandından

Daha güzel olamaz... 
Hiç birşey bana bu verdiklerinizden daha güzel olamaz.

Benimle gülüp ağladığınız, benim için tezahürat yapıp, şarkılar söyleyip,  bağırdığınız için çok mutluyum.
Benim için siyah ve beyazdan daha güzel ışıldayan bir renk yok.
Rüyamı gerçeğe çevirdiniz. Bu yüzden her şeyden öte size sadece Teşekkür etmek istiyorum.
Her zaman sizin yanınızda olacak olan,

Alessandro

13 Mayıs 2012 Pazar

Kadıköy Hatırası





Her zaman her yerde en büyük Cimbom!



Şampiyon Galatasaray | Alın Terim!

Şüphesiz yazılacak çok şey var ama analizler daha sonraya.


Zorluklarla geçen bir sezondan sonra son maçta Kadıköy'de şampiyon olup kupa kaldırmak inanılmaz bir duygu. Fatih Terim'in dediği gibi anamızın ak sütü gibi helal. İki kere şampiyon olduk. Allah'ıma şükürler olsun.



12 Mayıs 2012 Cumartesi

10 Mayıs 2012 Perşembe

Türkiye'de Spor Medyası







Bir, iki gündür ortalıkta bir haber dolaşıyor. 'Çığır açmak' deyimini kullanabiliriz bu haber için. Sözde Galatasaray şampiyon olursa Kadıköy'den Sikorsky helikopterler ile 'kaçacakmış'. Hatta haberde tencere seti satanlar gibi helikopterin özellikleri anlatılmış, manevra kabiliyeti yüksek, geceleri de kullanılabiliyor diyerekten. Zannedersin kurbana girer gibi Sikorsky'e girecekler. 


Nedense Galatasaray'ın stadında oynanan her maç öncesi sözde birlik, beraberlik mesajları verilirken Fenerbahçe'nin stadında oynanacak olan her derbi öncesi böyle saçma sapan haberler çıkartılıyor. Daha önce Fenerbahçe şampiyonluğu garantilemiş bir şekilde Ali Sami Yen'e geldiği zaman 'Galatasaraylı taraftarlar alkışlayacak mı?' tarzında haberler yapılmıştı. Bu sefer bu ihtimal Galatasaray için söz konusuyken neden hiç 'Fenerbahçeli taraftarlar Galatasaray'ı alkışlayacak mı?' tarzında haber göremiyoruz. Her yer savaş, top, tüfek. Elbette bizim alkışlamadığımız gibi onlarda alkışlamaz. Bu çok doğal zaten ama anlatmak istediğim nokta hep aynı film dönüyor. Rakibi nasıl baskı altına alırım, nasıl kötü etkilerim, nasıl ortamı gererim düşüncesi her zaman tek taraf için geçerli oluyor. Sonuçta ortam fazlası ile geriliyor, olaylar çıkıyor ve insanlar bütün suçu taraftarda arıyor. Fenerbahçe Avni Aker'den nasıl çıktıysa Galatasaray'da Kadıköy'den öyle çıkar.


Bir diğer örnekte, Ntv Spor'un Ünal Aysal'ın açıklamalarındaki 'play-off sistemi seneye olmayacak. Tüm kulüpler karşı' içerikli açıklamalarını vermesi fakat Lig TV'nin aynı haberde bundan bahsetmemesi bile aslında her şeyi özetliyor.


Basın yalan yazıyor...



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Ahlâkamız Batmasın!

Dün oynanan Galatasaray - Beşiktaş ve Trabzonspor - Fenerbahçe maçlarından sonra PFDK gece yarısı kararları açıkladı. Karara göre, İbrahim Akın ve Ahmet Çelebi tek başlarına bütün her şeyi organize etmişler! Kişiler ve Kurumlar ayrı tutuldu. Kulüplere ceza verilmedi. Yıldırım Derirören, 1 hafta önce 'şike sahaya yansımadı' (ne demekse) demişti. Şimdi İbrahim Akın ve Ahmet Çelebi maç sonucuna etki ettikleri nedeni ile men cezası aldılar. Her tarafından çelişki kokan bu saçma kararlardan sonra sifonu UEFA çekecekmiş gibi görünüyor.

Uğur Meleke katıldığı 5N1K programında harika açıklamalar yaptı. İki cümlesi ise bir çok şeyi özetliyordu aslında,

...

Tek bir şey ortaya çıktı; hırsızların dünyasında yakalanmak suçmuş.
...

Başbakan diyorki '8 takım küme düşerse futbol ekonomisi batar'. Futbol ekonomisi batsın zaten. Ahlâkımız batmasın...









6 Mayıs 2012 Pazar

Konsantrasyon!







2 hafta önce ligi erkenden bitirebilecekken topun canı kaleye girmek istemeyince bu gereksiz Süper Final saçmalığı daha da uzadı. Aylardır yaşanan gereksiz, saçma olaylar ve uzatılan süreçten sonra herkes gibi futbolcularda etkilenmiş olacak ki, geçen hafta TT Arena'da Trabzonspor ile 0-0 berabere kalıp ciddi bir avantajı daha kaybettik. Genelde Fenerbahçe'nin puan kaybettiği hafta biz de puan kaybederdik ama bu kez tersi oldu ve Fenerbahçe deplasmanda Beşiktaş'a 1-0 yenildi ve liderlik şansını kaçırdı. 


Şöyle olsaydı, bu oynasaydı, gol olsaydı gibi gibi daha fazla uzatmaya gerek yok. Bugün içeride Beşiktaş'ı ağırlıyoruz. Fenerbahçe'de Trabzonspor deplasmanında. Biz Beşiktaş'ı yener, Fenerbahçe de puan kaybederse veya biz berabere kalır, Trabzonspor'da Fenerbahçe'yi yenerse, bitime 1 hafta kala matematiksel olarak şampiyonluğu ilan edeceğiz. Fenerbahçe eğer Trabzonspor'u yenerse, şampiyon son hafta Kadıköy'de oynanacak olan Fenerbahçe - Galatasaray maçında belli olacak.


Fatih Terim'in sözleri bazılarına çok dokunmuş olacak ki, PFDK 3 hafta ceza verdi ama yine de fark etmez.










0-0 biten Trabzonspor maçında konsantrasyon eksikliğimiz net biçimde görülüyordu. Bugün ne olursa olsun bizim Beşiktaş'ı yenmemiz gerekiyor. Beşiktaş'ın kaybedecek bir şeyi yok. Zaten büyük ölçüde ligi bitirmiş vaziyetteler. Tek amaçları Avrupa Kupaları'na gidebilmek ama Trabzonspor daha şanslı durumda ve emin olun gidemezlerse bile büyük sıkıntı olmaz. Çünkü hali hazırda çok daha büyük sıkıntıları var. Bazıları bu maçtan çok Trabzonspor-Fenerbahçe maçını düşünüyor ki, futbolcularda böyle düşünüyorsa puan kaybı kaçınılmaz olur. Bugün ne olursa olsun bizim iyi konsantre olup, sadece bu maçı düşünmemiz ve bu maçı kazanmamız gerekiyor.


Trabzonspor ile 0-0 berabere kalmamızın ardından Fenerbahçe'ye liderlik şansı doğmuştu ama değerlendiremediler. Beşiktaş, Fenerbahçe'yi 1-0 yendi ve Süper Final'deki ilk galibiyetini aldı. Trabzonspor'da ciddi eksik yok. Fenerbahçe'de ise Alex kadroda yok. Trabzonspor'un 2 maçlık cezası da sona eriyor. Bu maçta taraftarları tribünde ocak ama Trabzon bu konuda ilginç bir yer. Tribünde taraftarı olması çoğu zaman Trabzonspor'un aleyhine oluyor. Şenol Güneş'in geçen haftaki açıklamalarına uymalılar.


Daha fazla yazmak gelmiyor insanın içinden. En büyük umudumuz her geçen gün daha da rezalet hale gelen ligin bugün sona ermesi. Bizim kazanmamız, Fenerbahçe'nin de puan kaybetmesi. Allah yardımcımız olsun...




Konsantrasyon!












4 Mayıs 2012 Cuma

Şampiyon!






Real Madrid deplasmanda Athletic Bilbao'yu 0-3 yendi ve ligin bitimine 2 hafta kala 3 yıl aradan sonra 32. kez şampiyon oldu. Bu sezon şampiyonluk fazlası ile hak edilmişti. Madrid'deki Cibeles meydanındaki kutlamalardan kareler








3 Mayıs 2012 Perşembe

Galatasaray 0 - Trabzonspor 0




Maçla ilgili fazla söyleyecek bir şey yok. Maç sonu iki teknik adamın sözleri maçtan daha değerli.







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Beğen