31 Aralık 2011 Cumartesi

Ayrılmıyorum Ulan!





Jose Mourinho geçen hafta Madrid'de çalışma fırsatını kaçırmak istemediğini ama Madrid'den sonra tekrar İngiltere Premier Lig'e dönmek istediğini açıkladı. Bunu söylemesi ile beraber İspanyol medyasında fazlası ile dedikodu çıktı. Hatta Mourinho'nun yerine Almanya Milli Takım teknik direktörü Joachim Löw yazıldı.


Jose Mourinho bu konu ve genel olarak Real Madrid hakkında gene açıklamalarda bulundu.

Real Madrid ile sözleşmemi tamamlayacağıma yüzde 100 eminim. Şu anda kendimi Real Madrid'den uzakta görmüyorum, gitmek de istemiyorum. Gelecek 2 yıl boyunca, kötü sonuçlar alınmadıkça kimse beni buradan almayacak. Bu takımın en iyi yılları başlamak üzere ve bunu kaçırmak istemiyorum. Bu projeye tüm kalbimi vermişken yarısında bırakmayı düşünmek çok akıllıca olmaz. Herkes biliyor ki, İngiltere'de olmaktan çok büyük zevk aldım ve İngiltere bir gün benim doğal kaderim olacak. Ama şimdi düşünülemez bile çünkü Real Madrid'deyim.


Başka bir ligde olsak ikinci ile aramızdaki puan farkı çok daha büyük, anlamlı ve belirleyici olurdu. Burada olmaktan memnunum, Real Madrid dünyanın en büyük kulübü. Şampiyonlar Ligi'nde güzel ve mükemmel bir şekilde gruptan çıktık ve Avrupa futbolunda önemli bir iz bıraktık.

Hulk İçin 84 Milyon Pound




Daily Mail'in haberi göre, Manchester City ve Manchester United ile baş edemeyen Villas-Boas, eski öğrencisi Hulk'u istiyor. Hulk'un sözleşmesindeki serbest kalma bedeli 100 Milyon Pound. Chelsea'nin teklif etmeyi düşündüğü rakam 84 Milyon Pound, yani yaklaşık 249 Milyon TL. Eğer bu transfer gerçekleşirse, 2009 yılında 80 Milyon Pound'a Real Madrid'e transfer olan ve Dünyanın en pahalı futbolcusu ünvanını elinde bulunduran Ronaldo'yu da geçecek.


Adeta futbolcu fabrikası olarak çalışan ve scouting işini dünyada en iyi yapan kulüp olan Porto bu sezon başında Falcao'yu 40 milyon Euro bedelle Atletico Madrid'e satmıştı. Teknik Direktörleri Villas-Boas'ı da Chelsea'ye göndermişlerdi.

Oktay Mahmuti





Dün Fenerbahçe Ülker'e karşı bir maç oynadık. Başından son anlara kadar üstün ve iyi götürdüğümüz maçı, son dakikalarda tek sayı fark ile 80-79 kaybettik. Canları sağolsun ilk kez maç kazanıp-kaybetmiyoruz konu bu değil. Maç içerisinde sahaya atılmayan, edilmeyen küfür kalmadı. Son dönemde Türkiye'de ''Spor Adamı'' sıfatına en yakışan, taraflı tarafsız herkesin beğenisini toplayan Oktay Mahmuti'nin maç sonu açıklamaları maçta yaşananlardan daha önemliydi.


...

Ne yazık ki, bir spor adamı olarak söylüyorum bunu şu an, Galatasaray antrenörü kimliğiyle söylemiyorum, Türk sporunda nefret, taraftarlığın çok çok önüne geçti. Bu, herkesin suçu. Benim, sizin… İnsanlara ne verirseniz, onu geri alırsınız. Gazeteleri açın, bir bakın, her taraftan nefret, kavga kopuyor. Televizyonlara bakın, her tarafta nefret, kin ve kavga… Bunun devamında burada şölen bekleyemezsiniz. Burada şölen beklemek çok zordur. Biz ne yazık ki bunu veriyoruz ve çok sayıda insan bundan besleniyor. 


Şu an geldiğimiz nokta bence çok iç açıcı bir nokta değil ve ne yazık ki Türk sporu olarak iyi yolda gitmiyoruz, bu çok net ortada. Hangi gazeteyi açarsanız açın rakibe bir nefret var. Demin de söylediğim gibi bu durumda maçlarda bir şölen bekleyemezsiniz. Bu her şeyden önce bizim suçumuz ondan sonra buradaki insanların suçu.


Neticede ben bir şahısım söylediklerim unutulur; ama yarın yine aynı şekilde küfürler edilir, şişeler atılır, kavgalar edilir ve hayat devam edebildiği yere kadar devam eder. Ama biz Türk sporunu bu şekilde bir yere götüremeyiz.


Farkında mısınız, birçok insan korktuğu için artık spor müsabakalarına gelmiyor. Artık futbol maçı izlemenin bir önemi yok ve ben izlemiyorum. O kadar küçük bir dünyada yaşıyoruz ki insanlar artık Galatasaray taraftarı, Fenerbahçe taraftarı, Beşiktaş taraftarı olmayı tercih edebilir ama o spor müsabakalarında olmayı istemiyor. Bir iki tuşa basıp bir Manchester United, bir Manchester City taraftarı olabiliyor. Bir Barcelona ya da bir Real Madrid taraftarı olabiliyor. Artık dünya o noktada ama biz bunu kaybediyoruz. Sporumuzu kaybediyoruz, bu güzelliği ve şöleni kaybediyoruz. Yapacak bir şey yok.

Bana bugün burada küfür edildi ama neden küfür edildiğini anlamış değilim. Ben bunu bir insan olarak nasıl hak ederim, anlamış değilim. Sadece bana değil, birçok insana küfür ediliyor ve onlara da neden küfür edildiğini ben anlamış değilim. Yarın bizim salonda Neven'e küfür edilecek. Hepimiz aslında kafa sallıyoruz, onaylıyoruz, hak veriyoruz ama araba hâlâ aşağı doğru gitmeye devam ediyor.” 


Her ne kadar iyi şeyler olmasını umsak da benim bu açıklamalarıma popülist yaklaşıp kendine pay çıkarmak isteyenler de olacaktır buna emin olabilirsiniz.

28 Aralık 2011 Çarşamba

Emre Çolak - Melo

İlk devre için izin sona erdi Galatasaray top başı yaptı. Bugünkü idmandan ilginç bir kare. Emre Çolak, Melo'nun Noel'ini Türk usulü kutluyor.

Stadyum Şeklinde Meyve Rafları

Amrabat Konusu



Kayserispor ve transfer kelimelerini aynı cümle içinde kullanmak ne kadar doğru tartışılır. Zamanında Mehmet Topuz ve Gökhan Ünal için 'Satmıyoruz' diye bilboard astırmışlardı. Ne hikmetse ikisini de hemen satmışlardı. Oyuncu satarken hep bir kavga, gürültü var. Ali Turan konusundan sonra şimdi de Amrabat çıktı başımıza. Amrabat ile ilgilendiğimiz bir gerçek. Bunu futbolcu ve Kayserispor'un bildiği diğer bir gerçek. Ama Kayserispor'un tutumu ve özellikle yöneticilerinin yaptığı açıklamalar 'ergence'. Kayserispor'un önceki dönemlerde yaşanan kötü hatıraları bu yönetimin üzerine yıkma çabası da cabası. 'Şampiyon olabilecek kadro kuruyoruz' triplerine hiç girmesinler. Hedefi şampiyonluk olan takım, sezon başı en önemli stoperini satmaz.

'Amrabat'ı da satmıyoruz' deyip işin içinden çıkmak varken, 'Galatasaray, Elmander + Eboue + 5 milyon Euro verirse satarız', 'Amrabat gitsin de göreyim', 'Amrabat özür dilemezse A2 takıma gönderilecek' tarzı açıklamalar çok komik ve yakışıksız. Üstüne Amrabat kadro dışı bırakılıp A2 takıma gönderilmiş.

İlk Yarı Takım Performansı ve Değerlendirme

Galatasaray ve Türk futbolu için farklı bir devre oldu diyebiliriz. Tarihinin en kötü Galatasaraylarından birisiydi. Yeni gelen yönetimlerin klişe bir lafı vardır; ''Enkaz devraldık'' diye. Bu söz Galatasaray için fazlası ile iyi bir örnek sanırım. Yeni gelen yönetim ve teknik heyet, gerçekten bir enkaz devraldı. Hem maddi hem de manevi olarak. İşin psikolojik kısmı daha ciddi ve karışıktı. Yeni bir yönetim gerektiği çok açıktı. Peki başkan seçilen Ünal Aysal doğru isim miydi ? Gelinen şu noktada doğru bir isim olduğunu kanıtladı. Hem de kısa bir sürede. 3 Temmuz'da peydah olan ve gittikçe çirkin bir hal alan şike konusuna pek değinmek istemiyorum. Bir de play-off diye bir şey icat edildi ki, mum dikmek bu olsa gerek.

Teknik heyet konusuna gelecek olursak, Ünal Aysal kısa sürede doğru isin olduğunu kanıtlamıştı ve Fatih Terim'i, Türk futbolunun ve Galatasaray'ın efsanesini, imparatorunu teknik direktör olarak getirmek istiyordu. Rahmetli Özhan Canaydın dönemindeki 2. Fatih Terim dönemi gibi olmasından korkuluyordu biraz. Senaryo orada da aynıydı. Özhan Canaydın yeni seçilmiş, Fatih Terim'i getirmişti ama işler hiç de istenildiği gibi gitmemişti. 3. Terim dönemimi dersiniz, iyi seçim, kötü seçim mi dersiniz bilemiyorum ama ben Galatasaray'ın dönüşü diyorum. Fatih Terim'den başka kimse psikolojik olarak çökmüş takımı bu denli kısa sürede ayağa kaldıramazdı. Galatasaray'ın ve futbolcular'ın kendine güveni kaybolmuştu. Sahada bir kimlikleri yoktu. 11 yabancı gibiydiler. Giydikleri formanın hakkını vermiyorlardı. Medya'nın tutumu da cabasıydı.



Yeni başkan ve İmparator'un gelişinden sonra, sezon öncesi en önemli konuya gelmişti sıra, transfere. Galatasaray'ın kağıt üzerinde her bölgede transfere ihtiyacı vardı. Yanlış yapılan transferler takım ahengini bozduğu gibi bir de maddi açıdan sıkıntı olmuştu. Biraz arap saçına döndükten sonra son Copa Amerika şampiyonu Uruguay'ın kalecisi Muslera'yı transfer etmemiz önemliydi. Maddi açıdan fedakarlık gerekiyordu ama bu yapılması gereken bir fedakarlıktı. Sanki A Milli Takım'ın savunma anlayışı ve savunması çok iyiymiş gibi her defasında ''A Milli Takım defansı Galatasaraylı'' gibi gazlanan, itelenen defansa mutlaka takviye gerekiyordu. Çünkü, Milli Takım gibi Galatasaray'ın defansı da iyi falan değildi. Arda'nın transfer olduğu Atletico Madrid'den Ujfalusi transfer edildi. Yaşı gereği insanların kafasında soru işareti vardı. Emeklilik yaşı giderek artan Türkiye'de, bir futbolcu 30'u geçtiği zaman futbol hayatını bitirmesi bekleniyor. Arsenal'de gidenler kervanına katılan Eboue'yi transfer ettik. Fenerbahçe ile kıran kırana bir yarışa giren ve çok iyi işler yapan Trabzonspor kadrosundan Selçuk, Ceyhun ve Engin üçlüsünü kadromuza kattık. Özellikle Selçuk'u transfer etmemiz çok önemliydi. Ceyhun ve Engin'de yerli statüsünde iyi birer alternatifti. BAM adı verilen, Barış, Ayhan ve Mustafa'dan sonra orta sahaya sadece bu transferlerin yetmeyeceği barizdi. Juventus'tan Felipe Melo kiralandı. Gösterdiği performans ile Brezilya Milli Takım'ına kadar yükselen, ama 2010 Dünya Kupası'nda 1 maçta yaptıkları ile fazlaca konuşulan bir isimdi. İspanya milli takımında da forma giyen Olympiakos'dan Riera'yı, transferi arap saçına dönen bir diğer isim Sercan'ı, Bolton'dan Elmander'i ve Okan Derici'yi transfer ettik. Uzun bir süre adı geçen Podolski, Drogba ve Arshavin'den sonra, 10 numara mevkisi için transfer bekledik. Anılan isimler büyük olunca, beklenti de büyük oluyor ister istemez. Bazıları maddiyat, bazıları da kulüpleri bırakmadığı için gelmedi, gelemedi.



Gelenler gibi gidenlerde önemliydi tabii ki. Gidenler arasında bizi en fazla etkileyen şüphesiz kaptan Arda Turan oldu. Sürekli çıkan transfer haberlerinin üzerine, Fatih Terim'in gelişinden sonra en azından 1 sene daha kalması bekleniyordu. Barış, Cana, Kewell, Neill, Culio, Zapata, Mustafa, Mehmet Batdal, Cem, Pino, Anıl ve Serdar ile yollar ayrıldı.

Fatih Terim'in sezon öncesi kamplarda yaptığı açıklamalarda genel olarak bahsettiği bir şey vardı. Takımın kendine olan güvenini kaybettiğini, önce bu güvenin tekrar kazanılması gerektiğinden bahsetti. Tespit doğruydu, geriye tedavi kalıyordu. Diğer konu sahada hangi sistem ile oynayacağımızdı. Lig başlarında Fatih Terim genellikle 4-1-4-1 sistemini tercih etti. Tek forvetli sisteme alışmak zaman alacak gibiydi. Lig'e iyi bir başlangıç yapamadık. Sonuçta yenilenen yönetim, teknik heyet ve takımın hemen farkını göstermesi kolay bir iş değildi. Ama Samsunspor maçında gelen ilk galibiyet takımı da kendine getirdi biraz. Fatih Terim Karabükspor maçında ligde ilk kez 4-4-2'yi denemek istedi. Maça iyi de başladık ama 15. dakikada Muslera kırmızı kart görünce sistem işi yalan oldu ve maç 1-1 sona erdi. Bu maçın özelliği, yediğimiz golün ligin ilk yarısında deplasmanda yiyeceğimiz son gol olmasıydı. Ardından gelen Eskişehirspor ve Ankaragücü galibiyetleri keyiflerinde yerine gelmesine neden oldu. Öyle ki, bırakın galibiyet serisini, Galatasaray'ın maç kazanmasını özlemişti taraftar. Sonraki rakip Bursaspor'du. Son yılların flaş takımı Bursaspor'u 2-1 ile geçtik. Lig'de buraya kadarki dönemde 953 gün sonra Bursaspor'a golü atan Elmander, Melo, Engin, Ujfalusi ve Selçuk performansları ile sevindiriyordu.

0-0 biten Antalyaspor maçı, hakem faicasına dönen 2-4'lük Gaziantepspor maçı, 2-0'lık Kayserispor galibiyeti ve son olarak golsüz bitmesi bir mucize olan Mersin İdman Yurdu maçı bir araya ihtiyacımız olduğunu söyler gibiydi ve imdada Milli maç arası yetişti. Milli maç arasından sonra iki tarafada gidip gelen ama 0-0 biten bir Beşiktaş deplasmanı, Sivasspor ve Gençlerbirliği galibiyeti derken Fenerbahçe derbisi gelip çatmıştı. Bu derbinin bir çok özelliği vardı ama deplasman taraftarının olmayacak olması bir utanç diyebiliriz Türk futbolu adına. Derbi de oynanan mükemmel ve alınan 3-1'lik galibiyette üzücü olan tek şey, tarihi farkın kaçırılmış olması. Kendine güveni yeniden kazanmaya başlayan ve bir takım olma yolunda hızla ilerleyen Galatasaray, 4-4-2 taktiğinin de etkisi ile Trabzonspor deplasmanı, Orduspor deplasmanı ve son olarak Manisaspor galibiyeti ile ilk yarıyı 10 yıl aradan sonra lider bitirdi. 


Genel olarak baktığımız zaman pek iyi başlamayan ama sonradan çok iyi performans gösteren Muslera, Taffarel ve Mondragon'dan sonra kalecilere güvenimizi tazeledi. Servet ve Gökhan'ı beklerken herkes, Ujfalusi ve Semih ikilisinin muhteşem uyumuna, ilk geldiği yılki performansa yaklaşan Hakan Balta ve sağ kanatta Eboue eklenince gerçek bir defansif hattımız oldu. Şahsen en sorunlu olduğunu düşündüğüm mevki olan orta alana Selçuk ve Melo adeta ilaç oldu. Engin önemli işler yaptı. Bazen fazlası ile eksikliğini hissettiğimiz oyun kurucu bir  '10 numara' mevkisi var ama geçen seneki BAM'ı düşününce insan buna şükrediyor. Sağ kanatta Kazım bazın çok iyi işler yaptı bezen sahada yok gibiydi ama Fatih Terim'in vazgeçilmezlerinden birisi. Sol kanatta istenilen verim alınamayan ve uyum sorununu geç atlatacağı söylenen Riera için biraz daha bekleyeceğiz gibi. Forvet konusuna gelecek olursak, sezon öncesi takımdan ayrılacağı dedikoduları çıkan Baros'un varlığı önemli. Bonservis bedeli ödemeden aldığımız Elmander'in devreye damgasını vurması beklenen bir şey değildi.



Bizim için ilk yarıda öne çıkan isimler, Melo, Semih, Selçuk, Ujfalusi, Muslera ve Elmander. Semih'i saymazsak, hepsi yeni transfer. Transferde ne kadar nokta atışı yapıldığının bir göstergesi bu. Kaleden başlayacak olursak, Mondragon'dan sonra kaleci konusu hep bir sorun oldu Galatasaray'da. Leo Franco, De Santis, Zapata, müzmin yedek Aykut ve doğuştan kontrpiye Ufuk. Hiçbiri Galatasaray için yeterli değildi. Belki De Santis olabilirdi, onun dönemin de Kewell'ın 1-2 maç stoper oynadığını unutmamak gerek. Muslera geldiği ilk haftalarda alışma sürecinde olduğunu gösterdi ve sonradan açıldı. Lig'de 7 deplasmanda gol yemeyip Kulüp rekoru kırmamız çok önemli. Bunda savunmanın da katkısı var şüphesiz. Transfer olduğunda çoğu kişi tarafından para için geldiği söylenen Ujfalusi herkesi utandırdı. Müthiş bir profesyonel ve gerçek bir lider. Bu sezon diğer gençler gibi kiralık olarak gitmesi beklenen ve en büyük sürprizi yapan Semih ile olan uyumu çok güzel. Sahada Semih ile sürekli iletişim halinde olması, tecrübesini kullanarak onu yönlendirmesi bulunmaz nimet. Galatasaray gibi Türk futbolunun da bir stopere ihtiyacı vardı. Semih bu açığı dolduracak gibi. Önemli maçlarda görev yaptı ve iyi işler yaptı.

Orta sahada BAM etkisinden sonra insanlar futbolun nasıl bir şey olduğunu hatırladılar. Selçuk'un müthiş performansı Trabzonspor'un geçen seneki başarısının nedenini açıklıyor aslında. Duran toptan gol atabildiğimizi hatırladık onunla birlikte. Golleri, asistleri, ortaları ve oyunu yönlendirmesiyle sadece Galatasaray'ın değil, liginde en iyilerinden olduğunu kanıtladı. Melo'nun saha içindeki hırsı ve bitmeyen enerjisi, takımı ateşlemesi, bir çok işi yapması insanlar kendine hayran bıraktı. Daha şimdiden bonservisinin alınması konuşuluyor ki, kendisi de bunu istiyor ve kesinlikle bonservisi alınmalı. Semih gibi alt yapımızdan yetişen diğer bir isim olan Emre'nin son dönemde artan performansı, 4-4-2 sistemine dönmemizi sağlayan en önemli etkenlerden birisi. Elmander'e gelecek olursak, bana göre sezonun transferi. İnanılmaz bir futbolcu. Sonuna kadar savaşıyor ve rakip defansı hırpalayan bir isim. 4-4-2'de Baros ile birlikte her şeyi yapabilecek bir özelliğe sahipler. Birbirlerini tamamlıyorlar.

Hayal kırıklığı olarak adlandırabileceğimiz en net isim Riera. Sadece Kayserispor maçında biraz izleyebildik tam anlamı ile. Cesur bir oyuncu. birebire girmekten, şut atmaktan korkmayan bir isim ama uyum sorununu atlatamadığı bir gerçek. Ondan faydalanmamız gerektiği de bir gerçek. İkinci yarı daha iyi olmasını umuyoruz. Pek hayal kırıklığı diyemesekde kötü performans gösteren diğer isim Servet. Zaten Rijkaard döneminden beri çıkan söylentiler üzerine performansı kötü olunca yerini Semih'e bıraktı. Daha doğrusu Semih formayı kaptı. Sercan'a hayal kırıklığı demek için çok erken. Görev aldığı maçlarda elinden geleni yaptı sihirli topuk.

Transfer adına en önemli konu, maç zora girdiği zaman oyunu açabilecek, skoru değiştirebilecek bir 10 numara transferi. Galatasaray'a karşı orta alanda basıp top göstermediğinizde ve kanatları da durdurduğunuz zaman kitliyorsunuz. Bu kilidi açacak bir transfer gerekli. Gene orta alan için defansif anlamda rakibi karşılayabilecek ve pas alışverişini sağlayabilecek bir isim gerekli. 4-4-2 diziliminde Baros ve Elmander'e alternatif olarak Sercan var. Çok büyük sakatlık olmadığı müddetçe Kazım'ın da forvet oynayabileceğini düşündüğümüz zaman bu 3 isim bu sezon için yeterli diyebiliriz. Sağ bek için Eboue son dönemde çok iyi işler yapıyor. Sabri'nin sakatlığını, Eboue'nin de Afrika Kupası'na gideceğini düşünürsek sağ bek için transfer ihtiyacı var. Sol kanatta Riera'nın uyum sorunu ve kötü performansını Emre Çolak kapattı. Riera'nın yerine daha iyi bir isim düşünülebilir. Yapılan açıklamalara bakıldığı zaman, maliyeti yüksek futbolculardan çok yerli transferine önem verilecek gibi.


Fatih Terim'e bir şeyler söylemeden geçersek olmaz. Bu enkazı ondan iyi toparlayan olmazdı. Bu sürede toparlamak ciddi bir şey ve O'nun neden Fatih Terim olduğunu kanıtlayan bir şey. Eski Galatasaray'ı ne kadar özlediğimizi gösterdi bize. Sonuna kadar savaşan, sahada basmadık yer bırakmayan, saha içi ve saha dışında nasıl takım olunacağını, pes etmemeyi ve kazanmayı hatırlattı bize.

Sizi bilmem ama benim için en büyük eksiklik Ali Sami Yen halen. TT Arena çok güzel ve modern bir stad. Ama bir şeyler eksik sanki. Adı konulamayan bir şey. Her Mecidiyeköy'den geçerken kafalar başka yerlere çevriliyor, moral bozuluyor, anılar canlanıyor. Eski açık sarı diyecek mi diye bakası geliyor insanın.

Genel itibari ile bizim için güzel bir ilk devre oldu. Lider kapatmamız, deplamanda gol yememe ve galibiyet serimiz üzerine 3 büyük maçta (Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor) alınan 2 galibiyet ve 1 beraberlik ve bu maçlarda atılan 6 gol, yenilen tek gol öne çıkan konular. İlk devreyi lider bitirmek güzel ama önemli olan lig sonunu lider bitirmek ki ona olan inancımız da tam.

Şampiyonluk şarkısı düşmesin dillerden.
Yürüyedur Galatasray...


25 Aralık 2011 Pazar

Ben de Özledim Ben de...





Ben de özledim ben de
Resmin var şu an elimde
Sana koşmak isterim
Derman yok fikstrümde!

Özellikle son haftalara doğru güzel geçen bir ilk yarıdan sonra insan özlüyor takımını, tribününü. İlk yarı ile ilgili takım performansı sıradaki yazı konumuz.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Her Yerinden Öpüyorum!



Suudi Arabistan'da oynanan maçta gol atan Busavan'ı, takım arkadaşı Nuran Ebu bakın nasıl kutluyor.

Atletico Madrid'den Anlamlı Ziyaret




Atletico Madrid'de kötü gidişatın üzerine İspanya Kupası'nda alınan Albacete mağlubiyeti eklenince Manzano'nun görevine son verildi ve yeni teknik direktör Diego Simeone oldu. Ama konumuz bu değil

Arda'nın da aralarında olduğu Atletico Madrid takımı, organizasyon yaparak down sendromlu çocukları ziyaret edip, Noel'i kutlamışlar.

23 Aralık 2011 Cuma

Felipe Melo ve Aslan Dövmesi

Melo'dan bu yazımızda biraz bahsetmiştik. Felipe Melo koluna Aslan dövmesi yaptırdı. Bu adamın bonservisi alınmazsa gerçekten yazık olur.




Esteban Affedildi




Apollo Esteban yazımızda bahsetmiştik. AZ Alkmaar - Ajax maçında yaşanan olaylardan sonra Hollanda Futbol Federasyonu Esteban'a gösterilen kırmızı kartı geçersiz saydı. Taraftar tarafından saldırıya uğrayan Esteban'ın, beklenmedik olay karşısında anlık tepki verdiği ve kırmızı kartın geçerli olmadığı açıklandı.

22 Aralık 2011 Perşembe

Apollo Esteban


Hollanda Kupası'nda dün oynanan, daha doğrusu oynanmaya çalışılan Ajax - AZ Alkmaar maçında ilginç şeyler oldu. 8. dakikada Der Wiel ile öne geçmişti Ajax. Maçta dakikalar 36'yı gösterdiğinde Ajaxlı bir taraftar sahaya atlayıp AZ Alkmaar'ın kalecisi Esteban'a saldırdı. Saldırmaya çalıştı daha doğrusu. Çünkü taraftarın karşısında Rocky filmlerinden çıkmışçasına 'seni istiyorum', 'seni istiyorum' der gibi taraftara bir temiz dayak atan Esteban vardı. Ajaxlı taraftarı tekmeleyen Esteban'ı sakinleştirmekte güçlük çektiler. Tam ortalık yatışıyor sanılırken maçın hakemi Bas Nijhuis, Esteban'a kırmızı kart gösterdi. Esteban başta olmak üzere AZ Alkmaarlı oyuncuların büyük itirazları oldu. Alkmaar teknik direktörü Gertjan Verbeek takımını sahadan çekti. Maçın hakemi Bas Nijhuis, AZ Alkmaar'ın tekrar sahaya geri dönmemesi sonrasında karşılaşmayı tatil etti.
AZ kalecisine saldıran taraftar gözaltına alınırken, verdiği ilk ifadesinde, "Ondan nefret ediyordum" demiş.

Takım Olmak

Liverpool'da iyi performans gösteren Suarez, ManU maçında Evra'ya ırkçı ithamda bulunduğu gerekçesiyle İngiltere Futbol Federasyonu tarafından 8 maç oynamama ve 40 bin sterlin para cezası aldı. Suarez gerçekten ırkçı ithamda bulundumu bilinmez ama Liverpool'un bugün deplasmanda Wigan ile 0-0 berabere kaldığı maç öncesi takım arkadaşlarının Suarez'e verdiği destek takdir edilesi. 



Pepe'den Kurabiye Tarifi

Real Madrid'in sert çocuğu Pepe'yi tanımayan yok sanırım. Melo gibi hırslı ve savaşçı bir oyuncudur. Genellikle maçlarda yaptığı sert fauller ile tanınır ama görevini de iyi yapar. Transfer olduktan sonra takımın vazgeçilmezlerinden.


Yeni çekilen reklam filminde Pepe ünlü pasta şefi Alejandro Montes ile, 'Bolachas Pepe' adını verdiği tarçınlı ve zencefilli kurabiyelerden hazırlıyor. Gerçekten güzel reklam olmuş. İnternet sitesinini ziyaret etmek isterseniz

O An



Frikikten gol atmayı özlemişiz. Maç yazımda da belirttiğim gibi, 8 numaralı Prekazi'nin anıldığı bir gecede, galibiyet golünü duran toptan, hem de 8 numaralı futbolcudan bulmamız güzel bir ayrıntı.

Galatasaray 1 - Manisaspor 0 | Lider





Üst üste alınan 5 galibiyet, deplasmanda 7 maç gol yememe serisi, derbilerde maç kaybedilmemesi, Manisaspor maçı öncesi Fenerbahçe'nin Antalyaspor maçında puan kaybetmesi gibi devrenin son maçına güzel anektodlar ile çıkacaktı Galatasaray. Orduspor maçında kart görüp cezalı duruma düşen Semih dışında aynı kadro sahadaydı. Semih'in yerine Servet vardı sadece. Kadro istikrarı açısından aynı kadro ile çıkmamız güzel. Yabancı kontenjanını düşündüğümüz zaman, zaten farklı kadro ile çıkmak istesek de fazla bir alternatifimiz yok. Manisaspor'un son haftalarda kötü sonuçları olsa da, genel olarak bakıldığında az gol atıp, az gol yiyen bir formu var. 


Maçın başlaması ile pozisyonu kalemizde görmemiz bir oldu. Sol kanatta gelişen atakta Simpson'un şutu direkten döndü. Agresif ve presli oynamayı yanlış anlayan Manisaspor özellikle ikili mücadelede ki pozisyonlarda çok sert müdahaleler yaptı. Özellikle ilk yarıda Eboue her pozisyonda sert müdahalelerle yerde kaldı. Ujfalusi-Semih ikilisinin ciddi anlamda birbiri ile anlaştığını bu maçta gördük. Servet ve Ujfalusi ikilisi bazı pozisyonlarda anlaşamadı ve göbeği boş bıraktı. Özellikle Servet'in riskli pasları Manisaspor'u pozisyonlara da soktu. Ujfalusi, geldiğinden beri en agresif maçını oynayınca defansif anlamda zor durumda kaldı Galatasaray. Ama devre Muslera girdi.Özellikle Adem'in plasesinde foto çektirircesine yaptığı kurtarış görülmeye değerdi. Manisaspor'un presi dışında, 2 Yigit'in ve Simpson'un etkili olması üstüne sağ kanatta Kazım'ın gene kötü formu eklenince özellikle sol kanatta etkili olmasına neden oldu. İlk yarıda Galatasaray adına 2 önemli pozisyon vardı. İlkinde sol kanatta Emre'nin pasında Elmander'in volesi yere çarpıp İlker'de kaldı. İkinci pozisyon ise, ilk yarı bitmeden hemen önce gerçekleştirdiğimiz kontra atakta, attığı çapraz depara rağmen Selçuk'un mükemmel pasında ceza sahasında net pozisyonda Emre zoru başarıp dışarı vurdu. 


İkinci yarıya iyi başlayan taraf Galatasaray'dı. İlk yarının sonlarına doğru artan baskı, ikinci yarıda daha fazla hissediliyordu. Sol ve sağ kanattan etkili ataklar ile bunaldı Manisaspor. Ama Manisa'nın nedeni belli olmayan sertliği devam ediyordu. Baskı ile bunaldıkları için fauller sıklaştı. 64. dakikada Selçuk Trabzonspor maçındaki frikik golünden daha zor bir pozisyonda, sol çaprazda harika bir frikik golü ile öne geçirdi takımını. Golden sonraki sevinç görülmeye değerdi. Golden 4 dakika sonra, maçın başından beri Eboue ile derdinin ne olduğu anlaşılamayan Yigit, ikinci sarı karttan atıldı. Orta alanı ele geçiren Galatasaray, sonradan oyuna girip iyi işler yapan Riera ve Engin'in de katkıları ile baskısını devam ettirdi. Manisaspor kalecisi İlker çok ciddi kurtarışlar yaparak farkın artmasını önleyen faktördü. Her ne kadar gereksiz sertte oynasalar genel anlamda iyi Manisaspor vardı sahada. İkili mücadelelerde kolay kolay yıkılmayan, takım savunmasını iyi yapan diri bir takım.




Maçı 1-0 kazanıp 6'da 6 yapan Galatasaray, 10 yıl aradan sonra Lig'in ilk devresini Fenerbahçe'nin 2 puan önünde lider kapattı. Sonuç ve futbol anlamında iyi başlayamadığımız Lig'i, hem futbol hem de sonuç anlamında iyi bitirdik. 8 numara ile bizi kendine hayran bırakan Prekazi'nin anıldığı bir maçta, galibiyet golünü 8 numaralı Selçuk'un frikik golü ile atmamız çok güzel bir ayrıntı. İyi bir tatili hak ettik sanırım. Takımın genel performansı başka bir yanının konusu.


Yürüyedur Galatasaray...

21 Aralık 2011 Çarşamba

İlginç İstek

Real Madrid'in dün 5-1 kazandığı Ponferradina maçı sonrası Mourinho, Ponferradinalı futbolcular ile tokalaşırken Carril, Jose Mourinho'dan yeleğini istiyor. Mourinho'da yeleğini veriyor. Biz maç sonu forma değişimine alışmıştık ama bunu da gördük.

Madrid Masalı

'Bir gün Real Madrid'de bir Türk orta yapacak, bir Türk golü atacak, diğer bir Türk ile beraber gol sevinci yaşacaklar' deseler pek inanmazdık sanırım. Ama bu da oldu. Son dönemde Real Madrid'de eleştirilen 3 Türk oyuncu Hamit, Nuri ve Mesut dün gece bizi bir hayli sevindirdi. Sevilla maçında ilk golünü atan Hamit'ten sonra, Real Madrid'in İspanya Kupası'nda Ponferradina ile oynadığı maçta Nuri, Real Madrid forması ile ilk golünü attı. Bir de asist yaptı Nuri. Özellikle asisti Mesut'un yapması, golü Nuri'nin atması ve Hamitle birlikte sevinmeleri çok güzeldi. 


Nuri'nin Golü




Aynı maçta Nuri'nin asisti






20 Aralık 2011 Salı

Tasvir







Üstünde bir sis olurdu, rakibin üzerine çökerdi, O ses kapalının tavanına vurur, sahaya şimşek gibi inerdi...







Messi Gören Masum Japonlar

Japonları gören masum Messi'de diyebiliriz.

16 Aralık 2011 Cuma

Darth Cech

Chelsea'nin tecrübeli kalecisi Cech'in 2009 yılından bu yana yaşadığı değişim ve sürpriz final

Welcome to Hell


Bazı fotoğraflar vardır. Sizin bir şeyler söylemenize gerek yoktur. Fotoğraf halleder her şeyi. Bu da onlardan birisi. Yıkılan Ali Sami Yen stadı ve Eski Açık merdiven demirlerine asılan bütün dünyanın 'Cehennem' olarak tanıdığı slogan, ''Welcome to Hell'' atkısı...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Henry Winter, Ali Sami Yen'i Anlatıyor




İngiliz The Telegraph Gazetesi'nden Henry Winter, dünyada kin ve düşmanlığın en üst düzeye çıktığı 5 stat arasında Ali Sami Yen'i de gösterip, Ali Sami Yen'in yıkıldığına üzüldüğünü yazmış.

Winter şu şekilde devam ediyor, ''Ne yazık ki kapandı ama sonsuza dek düşmanlığın kalesi. G.Saraylı taraftarlar maçtan üç saat önce dolup yüksek sesle şarkılar söyler, Aslanlar sahaya çıktığında gittikçe vahşileşirlerdi. Beşiktaş'ın İnönü Stadı en gürültülü stat rekorunu kırdı ama hiçbir şey kobra sepetinde kaynayan kobralar gibi olan Ali Sami Yen'e rakip olamaz.''

Winter, Ali Sami Yen'in yanı sıra dünyanın en korkutucu 5 stadı arasında Vasco da Gama'nın stadı Sao Januario, Valencia'nın stadı Mestalla, Dortmund'un stadı Signal Iduna Park ve Napoli'nin San Paolo Stadı'nı göstermiş.

Kåbus maçlar 
1993-94 M.United
1994-95 M.United
1999-00 Chelsea
1999-00 Leeds
2001-02 Liverpool
2006-07 Liverpool

13 Aralık 2011 Salı

Buraları Komple Alırım Lan!




Arsenal'de istediğini bulamayan ve Sunderland'e kiralanan Danimarkalı futbolcu Nicklas Bendtner, kredi kartı bozulunca karizmayı biraz çizdirmiş.

Ekstrabladet gazetesinin haberine göre Bendtner, pizza almak için Kopenhag'da bir restorana gider. Siparişi hazırlandıktan sonra kredi kartında sorun çıkar, nakit parası da yetmeyince ''Benim kim olduğumu bilmiyor musunuz ?, ''Bu pizzacıyı komple satın alırım'' gibi kaba sözler sarf eder. İmdadına iki müşteri kadın yetişir ve olay kapanır.

Omuzdaki 'Yük'



Zonguldak Deplasmanlı Amatör Süper Ligi takımlarından Karadonspor ile Devrek Belediyespor maçının 58'inci dakikasında Karadonspor'un 19 yaşındaki futbolcusu Temelcan Kefeli, rakibiyle girdiği ikili mücadele sakatlanır. 2 kulübün de sağlıkçısı bulunmadığı için futbolcuya ilk müdahaleyi Karadonspor Teknik Direktörü Ömer Aydın yapar.

Teknik Direktör Ömer Aydın, sahada görevli ambulans bulunmaması ve başka bir görevli de olmaması nedeniyle, futbolcusunu omuzuna alıp sahadan çıkarır. Fazla  yoruma gerek yok sanırım.

Trabzonspor 0 - Galatasaray 3




Fenerbahçe maçından sonra kağıt üzerinde en zor maçlardan ve deplasmanlardan birisiydi Trabzonspor. Her ne kadar sezon öncesi defans, orta saha ve forvet hattındaki kemik oyuncuları kaybetseler de, (Egemen, Selçuk, Jaja, Umut) Şenol Güneş faktörü ile bu olumsuz etkiyi en aza indirdiler. Sezon başından beri Burak Yılmaz'ın müthiş formu da bir diğer önemli faktördü. Bir de üstüne şike konularından sonra Şampiyonlar Ligi macerası çıktı. Herkes gibi Trabzonspor için de sürpriz oldu bu konu. Kadro olarak Şampiyonlar Ligi için hazır değillerdi ve transferde yapamadılar. Ama İnter deplasmanındaki galibiyet ile merhaba dediler Şampiyonlar Ligi'ne. Lig'de de galibiyetleri alıp üst sıralara oynamaya başlamışlardı ama şu çok barizdi ki, kadro hem Lig hem de Şampiyonlar Ligi için yeterli değildi. Geçen hafta Şampiyonlar Ligi'nde üst tur için önemli bir maça çıktı Trabzonspor. Lille deplasmanında üst tura çıkacak sonucu aldılar bir nevi ama İnter'in kendi evinde CSKA Moskova'ya yenilmesi planları alt üst etti. Manchester United, Manchester City, Valencia ve Porto gibi rakiplerle Avrupa Ligi'nde mücadale edecek Trabzonspor. Bunun moral bozukluğu ile çıkacaklardı Galatasaray maçına. Selçuk, Engin Baytar ve Ceyhun'un oynayacak olması ortamı daha da gerdi.

Galatasaray ise, son dönemde artan formu ve ezeli rakibi Fenerbahçe'yi net bir futbol ve net bir skor ile yenip moralli geldi Trabzon'a. Derbi galibiyeti ve oynanan iyi futbol uzun süre sonra yüzleri güldürmüştü. Maçın başında yüzleri güldüren diğer bir isim Elmander oldu. Kazım'ın pası sonrası, sırtı kaleye dönük bir şekilde sol ayağı ile dönerek çok şık bir gole imza attı. Derbide maçın başında kaçan net pozisyonlardan sonra, Trabzonspor maçında ilk atakta golü bulmak şüphesiz rahatlattı Galatasaray'ı. Derbideki gibi pres ve baskı devam ediyordu ayrıca. Orta alanda Melo ve Selçuk'un giderek artan uyumuna, beklerin kanatlarla olan uyumu eklenince Galatasaray orta alanda sıkışmıyor. Maçın hakemi 2-3 pozisyonda elle oynamalara devam etse de, Selçuk 44. dakika da çok şık bir duran top golü ile farkı ikiye çıkardı. Adamakıllı duran top golü atmayalı uzun zaman olmuştu.




Fenerbahçe maçındaki gibi tempolu geçen ve ilk yarısı 2-0 biten maçta, ikinci yarıda da tempolu bir mücadele vardı. Ama Zokora biraz ayarı kaçırıp hava topu mücadelesinde Melo'ya dirsek atınca 10 kişi kaldı Trabzonspor. Fenerbahçe maçında cezalı duruma düştü Zokora. Trabzonspor 10 kişi kaldıktan sonra, orta alanda hakimiyet tamamen Galatasaray'a geçti. İki takım da pozisyonlar buldu ama değerlendiremedi. Selçuk'tan sonra Engin Baytar ve Ceyhun da oyuna girdi. Selçuk'un pasında soldan ceza sahasına giren Ceyhun düzgün bir vuruşla farkı 3'e çıkardı. Sahada olan 3 eski Trabzonsporlu ve eski bir Trabzonsporlu olan Selçuk'un pasında, gene eski bir Trabzonsporlu Ceyhun'un golü.

Deplasmanda 6 maçtır gol yemiyoruz. Son yediğimiz gol 3 ay önce oynanan ve 1-1 sona eren Karabükspor maçıydı. O maçta da, Muslera maçın hemen başında kırmızı kart görmüş ve kaleye Ufuk geçmişti. 3 büyük maç, Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor 7 puan ve lideriz.

Büyüksün İmparator

Yürüyedur Galatasaray...

8 Aralık 2011 Perşembe

Tıpkı Eski Günlerdeki Gibi




Derbi öncesi 'Galatasaray'ın maça nasıl başlamasını istersiniz ?' diye soru sorsalar, sanırım bir çok Galatasaraylı dün akşamki gibi bir başlangıç isterdi. Kadrolar açıklandığında risk alan tarafın Galatasaray olduğu barizdi. Maça çift forvet çıkılması dışında, sol kanatta Emre Çolak'a şans verilmesi fazlası ile risk teşkil ediyordu. Çünkü, herhangi bir olumsuz sonuçta yapılacak eleştirilerin odak noktası bu olacaktı. Semih Kaya gibi Emre Çolak'da derbiye ilk 11 başlıyordu. Fenerbahçe ise kontrollü oynayıp, orta sahada top tutup kanatlardan geliştireceği ataklarla etkili olabilecek bir kadro ile sahadaydı. Kadroyu gören herkesin sol kanatta Stoch değilde, Bienvenu'nun oynamasına takıldı.

Maç öncesi yazımda da belirttiğim gibi Lig'de bu sezon futbol adına aman aman işler yapan bir takım olmadı. Bunu istikrar haline getiremedi yani. Sadece belli maçlarda, belli dönemlerde iyi işler yapanlar oldu. Derbi için tek güvencem İmparator'du ve güvenim boşa çıkmadı.

Maça inanılmaz başladık. Başlama vuruşu ile tek kaleye döndü maç. Mükemmel bir pres/baskı ile yaparak topu kazanıp olumlu kullandı Galatasaray. Soldan gelişen atakta içeri çevrilen topu boş kaleye yollayabilirdi Baros ama müdahale edemedi. Sonraki atakta gene soldan gelen ortaya iyi bir kafa vuruşu yapan Kazım'ın vuruşunu, şüphesiz Fenerbahçe adına maçın yıldızı olan ve tarihi farkı engelleyen Volkan iyi çeldi. Daha sonra sırasıyla Elmander'in, Baros'un koşu yoluna indirdiği topu ve sol kanatta maça çok iyi başlayan Emre'nin şutunu çıkardı Volkan. Üstüne bir de Elmander'in üst üste iki şutunu çıkardı. Bu pozisyonda Volkan'ı geçemeyen Elmander 2 dakika sonra Baros'a alda at tadında bir pas verdi ama Baros çerçeveyi bulamadı.
Normal bir maçta, 90 dakika boyunca yakalayacağı bütün pozisyonları ilk 30 dakikadaki süreçte buldu Galatasaray. 30 dakikada 6 net pozisyon. Pres, baskı ve tek top pozisyon yaratıyordu ama son vuruşlarda bazen kötü seçimler, bazen de Volkan'ın performansı golü engelliyordu.

Dakikalar ilerledikçe Galatasaray'ın baskısı biraz azaldı, Fenerbahçe topla oynamaya başlıyordu ki, sahneye Gençlerbirliği maçında tek golü atan Eboue çıktı. Sağ kanattan kendisinin başlattığı atakta Elmander ile pas alışverişi yapıp ceza sahasına girerek Yobo'yu adeta bakkala gönderdi ve harika bir gol attı. Beklenen gol geldi ama açıkcası o kadar net pozisyondan yararlanamayıp, nispeten daha zorlu bir golün atılması futbolun cilvesiydi sanırım. Gole kadar olanki süreçte özellikle orta sahanın ve beklerin kanatlar ile uyumu, Elmander'in müthiş hırsı ve katkısı, Melo'nun orta sahada 'adam geçer top geçmez' presi ile adeta özlenen, akıllara gelince hüzünlendiren Galatasaray'ı izledik. Değil bu sezonun, son  yılların en iyi Galatasaray'ı sahadaydı. İlk golün sevinci yeni geçmişti ki, bana göre maçın en iyilerinden olan Elmander'in, tam bir pimi çekilmiş bomba olan Bilica'ya yaptığı pres sonuç verdi. Sol çizgide topu çalıp ceza sahasına girerek farkı ikiye çıkarttı.

İlk yarı 2-0 sona ererken neredeyse bütün Galatasaraylıların skordan başka sevindiği tek şey, özlenen Galatasaray'ın geri gelmesi, sanki 2000li yıllardaki Galatasaray'ı izliyor olmanın verdiği mutluluktu. Benimse korktuğum tek şey, 2-0lık skordan sonra oyunu soğutup, baskıyı azaltacak olma ihtimalimizdi. İkinci yarıya 2 oyuncu değişikliği ile başladı Fenerbahçe. Emre ve Bienvenu çıkıp, Stoch ve Semih oyuna girdi. İkinci yarıya Fenerbahçe'nin baskılı başlayacağı malumunuzdu. Önemli olan bu baskıyı kırmak ve iyi karşılamaktı. Sağ kanatta Gökhan ile etkili olmaya çalıştılar ve Stoch'un plasesi direkten dönüp üst ağlarda kaldı. Savunmada her pozisyonda Ujfalusi'nin Semih'i uyarması, sürekli ilgilenmesi gerçekten takdire şayan.

Bizim adımıza ikinci yarının en önemli pozisyonu Elmander'in soldan pasında sağ kanatta topla buluşan Kazım'ın pozisyonuydu. Kazım'ın şutunu Volkan kornere çeldi. Kazım şut atmak yerine penaltı noktası üzerindeki Baros'a pas atsa muhtemelen fark 3e çıkacaktı. Korner pozisyonunda bir zamanlar 'bir yerleri' ile top kontrol eden şahsa, Melo 'kafası' ile gol atarak dünya futbol tarihinin en iyi ayarlarından birini verdi ve farkı 3'e çıkardı. Golden sonra Alex kapanışı yaptı ve Stoch'un pasında topu ağlara göndererek skoru belirledi. 3-1.

Son yıllarda bu denli baskılı ve iyi futbol oynayan, adeta 'ezen' bir Galatasaray izlememiştik. Bütün futbolcuların hırsı, sadece futbol oynamayı düşünmesi ve taraftarın duyarlılığı ile hiçbir taşkınlık yaşanmadan olmadan, rakibin sığınacağı bir şey olmadan net bir galibiyet alındı. Şüphesiz İmparator'un takımı hazırlayışı, risk alışı, saha içi ve saha dışı etkenleri çok iyi ayarlaması ile gerçek Galatasaray'ı izledik. Evet ezeli rakibinizi ezerek yenmeniz çok önemlidir ama daha önemli olan gerçek Galatasaray'ı, 2000li yılların başında ki Galatasaray'dan pasaj izlememiz paha biçilemezdi. Fatih Terim'in gelmesiyle adeta yeniden doğan Hakan Balta, aldığı şansı çok iyi değerlendiren ve Türkiye'nin yepyeni, taş gibi bir stoper kazanmasını sağlayan Semih, geldiği günden bu yana sadece işini yapan, Türkiye'ye nasıl profesyonel olunacağını gösteren, saha içinde gerçek bir lider olan Ujfalusi, asıl mevkisinde oynadığı zaman neler yapabileceğini gösteren Eboue, her ne kadar inişli çıkışlı bir performansı olsa da, hırsı ve iyi niyetinden şüphemiz olmayan Kazım, olası bir kötü sonuçta ön plana atılacaklar listesinde ön sıralarda olan ve bulduğu şansı harika değerlendirip iyi işler yapan, maç sonu da Arda abisine selam çakan Emre, geldiği günden bu yana lakabı olan 'Pitbull' gibi savaşan, bir futbolcudan daha fazlası olduğunu gösteren Melo, duran toplarda özlediğimiz heyecanı geri getirip, pasları ile nokta atışı yapan Selçuk, gidecek mi, yoksa kalacak mı diye konuşulan, ama yeteneğinden asla şüphemiz olmayan Baros ve son olarak bu sene Türkiye'de yapılmış en iyi transfer olduğunu kısa sürede kanıtlayıp inanılmaz işler yapan Elmander. Gollerin üçünün de yeni transferlerden gelmesi ayrıca sevindirici oldu.

Çok uzun bir aradan sonra yeniden lider oldu Galatasaray. Fazla abartılmamalı sonuçta play-off süreci söz konusu. Ama bu Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi eze eze yendiği gerçeğini değiştirmiyor ve Markus Merk'in de dediği gibi derbide Galatasaray adına kötü olan tek şey, tarihi farkın kaçırılmış olması. Bizim olduğumuz kadar, Onun da bize ihtiyacı vardı. İyiki varsın İmparator.

Yürüyedur Galatasaray...

7 Aralık 2011 Çarşamba

Nerde Kalmıştık ?



Yaklaşık 2-3 haftalık bir süreçte blog'dan uzak kaldık. Yolculuklar, asker uğurlaması, hastalık, kayıt işleri üzerine bir de bilgisayar sorunu eklenince ara vermek kaçınılmaz olmuştu. Takımdan ayrı düz koşu yaptık bir nevi. Artık tekrar oyuna girmek için hazırım. Kaldığımız yerden devam.


Bugün TT Arena'da Galatasaray - Fenerbahçe derbisi var. Deplasman yasağı da var. Lig'de aman aman futbol oynayan takım zaten yok. Buna biz de dahiliz. Tek güvencem İmparator. Yürüyedur Galatasaray...

17 Kasım 2011 Perşembe

Di Maria Tutuklandı

Real Madridli Di Maria, Portekiz'de bulunduğu dönemde şakaya kurban gitmiş. Arabası ile bir kadına çarpan Di Maria'ya kelepçe takıldığı yetmezmiş gibi bir de arabasına zarar verilirken ki surat ifadesi her şeyi özetliyor.

Hayat Devam Ediyor




3-0 biten ilk maçtaki depremden sonra ikinci maç için bir mucizeye ihtiyaç vardı. Beklenildiği gibi mucize gerçekleşmedi ve ikinci maçta 0-0 berabere kalarak elendik. Mucizeden daha fazlasına ihtiyacımız olduğu kesindi. Maç sonu Hiddink ile yollar ayrıldı. Bugün Abdullah Avcı'nın açıklanması bekleniyor.

İlk maçta her ne kadar kötü oynamışta olsak, Hırvatların 2. dakikada öne geçmelerinin önemi büyüktü. İkinci maçta da bu fırsatı biz yakaladık.Beşinci dakikada Kazım ile öne geçebilseydik, çok eğlenceli bir akşam olacağına şüphe yoktu. Hırvatistan ilk maçı 3-0 kazanmasına rağmen, halen 2008'deki maçın şokunu atlatamadıkları çok netti. İlk maçtaki takımda hiç olmayan istek, hırs ikinci maçta vardı. Ama bunu çoğunluğu ilk kez milli olan oyuncuların, ilk maçın skorunu da katarsak verdiği normal bir reaksiyondu. Volkan, Emre, Arda gibi isimlerin yerine mücadele eden genç isimlerin performansları iyiydi. Özellikle Sinan ve Ömer'in performansları, bazı oyunculara körü körüne bağlı kalmamıza gerek olmadığını kanıtladı.

Ve biz her gidemediğimiz turnuvadan sonra, aslında hiçbir zaman gerçekleştiremediğimiz ''yeniden yapılanma'' konusunu gündeme getirdik. Birçok şey yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor. Ama hep konuşuluyor, iş icraata gelince bir şey göremiyoruz. Almanya, İspanya gibi ülkeler makine gibi oyuncu yetiştirirken, nasıl daha iyi oluruz diye çalışırken, biz maç yayını sırasında sürekli ''Hayat devam ediyor'' yakında başlıyor diye dizi reklamı verip durduk. Hiddink'te gider ayak, takımın başında iken yapamadığı şeyler üzerine çözüm üretiyor.

Milli Takım'ın için ben de yerli hocadan yanayım. Abdullah Avcı'nın uzun vadede İBB ile yaptıkları, İBB'nin geldiği yer ve oynadığı futbol ortada. Abdullah Avcı'nın bir dönem genç milli takımlarda çalışmasının da önemi büyük bu gelişmede. Her yıl bazı oyuncular takımdan ayrılsa da, yerine transferler yapıp, sürekli üzerine koyarak geldikleri bu noktada play-off için oynuyorlar. Ve şüphesiz milli takımın 2 senedir oynayamadığı topu, Abdullah Avcı İBB ile oynuyor. Milli Takımda ki baskı ile İBB'de neredeyse olmayan baskı düşündürücü bir nokta. Abdullah Avcı'nın alması gereken radikal kararlara verilen tepkilere görevliler tarafından her zamanki gibi sessiz kalınırsa, Abdullah Avcı da 'harcananlar' kısmına adını yazdırır.

Genç İbo




Fenerbahçe kaptanı Alex, FB Tv'de katıldığı bir programda Cristian'ı İbrahim Tatlıses'e benzetmiş. Benzetmekle kalmayıp ''Genç İbo'' lakabı takmış. Alex, futbolda olduğu kadar benzetmede de başarılı diyebiliriz.

Unutmadık Koca Adam









80’lerin çocuğu..
Delikanlı..
Dost, efendi, yürekli,
Galatasaraylı..


Çocukluk yılları, babanın memuriyeti nedeniyle çeşitli illerde yaşanan okul yılları, 
Ve Üniversite
Maçlar, sınavlar, sabahlamalar, sohbetler, aynı yürek atışları…
Yaşam ortaklığı..
Sarı ve Kırmızı..


Ayrıldık;
Mecburen..
Sinsi bir lösemi…
2008 Mayıs’ta başladı..
Kan değerleri… İlik nakli beklentileri…
Başucunda bekledi kardeşleri Anıl’ı,
DAYAN KOCA ADAM dedi tüm Türkiye onun için;
Ama olmadı..
17 Kasım 2008’de
Koca Adam efeler gibi gitti…


Dostları arkasından şu dizeleri döktüler mezar taşına;


Bir ayrıılık türküsü ölüm,
Rabb’imin yazdığı kaderin bir cilvesi.
Cilve demişler ya; ölenle ölünmez,
Ama ölenle yaşanır arkadaş,
Sanki hiç gitmemişçesine ...
Kendi gitse bile, adı hep ANILsın diye...




Anıl AYDIN nam-ı diğer KOCA ADAM
1984-Biz yaşadıkça

15 Kasım 2011 Salı

Özet






Türk futbolu olarak içinde bulunduğumuz şu kaos ortamı ile ilgili tanıdık birinin sözlerini özet olarak geçebiliriz sanırım.

Aslında her şeyden biraz var Türk futbolunda, ama hiçbir şey tam yok.

...

''Karşı takıma göre taktikler belirleniyor. Kalite, güç aslında üç aşağı beş yukarı aynı. Ama Türkiye’yi farklı kılan şey biraz da şu; işler kötü gittiğinde bir anda oyun mentalitesi kaybolabiliyor. Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok. Ama bu bazen aklı devre dışı bırakıyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor. O zaman da bütünlük kayboluyor. Türk futbol kimliğini tanımlasak; kesinlikle yetenek var deriz, ruh var deriz, mücadele var deriz. Ama hepsi bir anda ortaya çıkabiliyor. Bir anda herkesi defansta, sonra bir anda herkesi hücumda görebiliyorsunuz. Bu biraz dağınıklık yaratıyor. Takım oyununda asıl olan dengeli olabilmektir. Ne olursa olsun pozisyon alışınızı, soğukkanlılığınızı kaybetmemeniz gerekiyor. Sanki bu konuda bir eksiklik var gibi. Coşku konusunda hiçbir sıkıntı yok, ama bazen o coşku bozucu bir etki de yaratabiliyor.''


...Sıkıcı ve renksiz oyunla kazananlar tarihe yazılır, ama hafızalara yazılmaz.


Frank Rijkaard

12 Kasım 2011 Cumartesi

3-0




Başlık maçın skoru değil. Her ne kadar 3-0 kaybetmişte olsak, başlığı 3-0 olarak atmamın nedeni 2012 Avrupa Şampiyonası Play-Off ilk maçında Hırvatistan kalesine çekilen şut ve isabet oranı 3'te 0. Evet şaka gibi ama 3'te 0. Hırvatlar ise 15 şutta 8 isabet bulmuşlar. Yani bizden 5 kat daha fazla denemişler ve 8 kat daha isabetli vuruşlar yapmışlar! Aslında bu skor benim için hiç şaşırtıcı değil. Grup elemelerinden beri oynanan kötü futbol, kötü seçimler, kötü form, kötü alışkanlıklar ve daha bir çok kötü durum göz önüne alındığında normal bir sonuç. Her zaman ki komik kadro seçimleri üzerine, bir de komik bir kadro çıktı bu hayati karşılaşmaya. Ne kadar formda olursa olsun bu derece hayati bir maçta milli takımın stoperi Giray olmamalıydı. ilk kez milli takımda forma giymek için yanlış bir maç. Diğer bir ilginç seçim Valencia'da kendini benimseten, adı Chelsea ile anılan Mehmet Topal varken orta sahada Sabri ile başlamak. Her ne kadar Sabri bu rezalet takımda bir şeyler yapmaya çalışan sayılı oyuncudan olsa da, orta sahada iyi verim alınamıyor Sabri'den. Maç öncesi Hiddink, Milli takım teknik heyeti ve oyuncuların demeçleri gol yememe ve iyi konsantre oldukları üzerineydi ama daha maçın başında Hırvatistan ilk atağında golü buldu. O kadar rahat bir gol attılar ki hem de, hiç olmayan motivasyonları da gitti.

Sahada korkak, fizik ve mental açıdan bitmiş ve kafa olarak maça hiç hazır olmayan bir milli takım vardı. Hırvatistan teknik direktörü Bilic, maç öncesi açıklamalarının hemen hemen hepsinde intikam almaya gelmediklerinden bahsetti ama intikam çoktan başlamıştı. Biz yeterince kötüydük belki ama Hırvatistan'ın maça iyi hazırlandığı çok barizdi. Golü yedikten sonra baskı kurmaya çalıştık ama muazzam bir şekilde kapandılar. Maç boyunca hava topu vermediler bize. Top bizdeyken takım olarak geri çekilip bizi çok iyi karşıladılar ve top neredeyse oraya şok pres uygulayarak bize çok komik top kayıpları yaptırdılar. Baskı kurma biçimimizde ilginçti! Top bir kanattan diğer kanada dolaştırıldı durdu. Yan pas geri, pas yan pas geri pas, doldur boşalt yapıp durduk. Bir ara %65lere kadar çıkardık topla oynamayı ama atağımız yoktu. Sanki biz değilde Hırvatlar evinde oynuyormuşçasına rahattılar. Gerçek bir takım olduklarına şüphe yok. Çok da tecrübeliler. 5 yıldır aynı teknik adamla ve aynı oyuncularla oynuyorlar ve gerçekten tecrübeli oyuncuları var. Kısacası bakacak olursak, Olic Münih'te, Rakitic Sevilla'da, Modrid Tottenham'da, Srna ise Shakhtar'da oynuyor. Bizim ise en iyi oyuncu olarak bahsettiğimiz Arda ise daha yeni Madrid'e gitti.

Bilic, maç sonrası çok güzel bir şey söyledi. 'Türkiye bizim gibi çok duygusal bir takım. Eğer 1 gol bulursak Türkiye'nin demoralize olacağını biliyorduk' dedi. Çok da haklıydı. İlk golden sonra yapılmaya çalışan saçma baskı sonuç vermeyince Hırvatistan kazandığı toplarla ataklar geliştirdi. İlk pozisyonda Modric'i zor da olsa engellemeyi başardık ama devam eden pozisyonda Mandzukic
, Volkan ve 2 savunma oyuncumuza rağmen yükselip topu ağlara gönderdi ve durumu 2-0 yaptı. 2-0'dan sonra zaten iyi oynayamayan milli takım, oyun olarak çöktü. İkinci yarıya Gökhan Töre değişikliği ile başladık ama Hırvatistan'ın oyunu ve motivasyonun da değişiklik yoktu. Öyle ki utanç verici bir üçüncü gol yedik. Sağ kanatta kazandıkları duran toptan gelen topu içeride bomboş kalan Corluka ile buluşturdular ve 3-0 öne geçtiler. Golü atan Corluka'yı marke etmeye çalışan da Burak Yılmaz'dı! 2-0'dan sonra oyun olarak çöken milli takım, 3-0'dan sonra kafa olarakda bitti. 3-0'dan sonra belli aralıklar ile Hiddink ve yönetim istifaya çağrıldı, Abdullah Avcı diye tezahürat yapıldı. Üstüne bir pozisyonda Modric'in şutunu kurtaran Volkan tribünlerce alkışlanınca ve Volkan'da buna reaksiyon gösterince iyice bozuldu moraller. Alkışlananın Volkan değilde, Modric olduğunu düşünüyorum. Çünkü, bazı pozisyonlardan sonra Hırvatlar alkışlanıyordu. Ama Volkan reaksiyon gösterince, küfredip o da alkışlayınca taraftar tahrik oldu ve maç sonuna kadar top ne zaman Volkan'a gelse ıslıklandı. Volkan'ın reaksiyon göstermemesi gerekiyordu ama skor ve oyundan sonra normal ama ne olursa olsun ıslıklamak kötü. Maç öncesi çok duygusalız, gol yiyince ya da golümüz gecikince hemen demoralize oluyoruz tarzında açıklamalar yapılmıştı. Hastalığımıza teşhis koyulmuştu bir nevi ama tedavi yapılamadı gene. Maçtan o kadar koptuk ki, Arda Hırvatistan'a gitmemek için sınırda olduğunu bile bile sarı kart gördü. 4 gün sonraki deplasmanda Sabri, Hakan Balta, Arda ve Emre olmayacak. Olsalar da bir şey değişmez gerçi. Hiddink maç sonu şampiyonaya gitmemiz imkansız gibi diye açıklama yaptı ama iyimser konuştu.

Son dönemde Milli takımlar bazında başarılı olan, iyi oynayan ekiplere bakıldığı zaman hepsinde ortak özellikler belli aslında. İyi bir hoca, gerçek bir oyun kimliği, disiplin ve alt yapıya önem verip jenerasyon oluşturmak. Bunun en güzel örneğini Almanya yaptı. Hırvatistan, Almanya kadar olmasa da, 5 senedir aynı hoca ile devam ediyor, tecrübeliler ve bir tarzları var. Takım oyunu oynayabiliyorlar. Bizim gibi her maç bir kahraman beklemek zorunda değiller. Biz her gidemediğimiz her etkinlikten sonra hoca değiştiriyoruz. Sürekli bahsediyoruz ama bir jenerasyon çıkaramıyoruz. Alttan oyuncu gelmiyor. En son jenerasyon olarak bahsedebileceğimiz takım, 2000lerde hem Türkiye'de hem de Avrupa'da muhteşem başarılar gerçekleştiren Galatasaray kadrosu idi. O kadro 2-3 oyuncu değişikliği ile 2002 Dünya Kupası'nda da çok iyi işler yaptı. 2008'de de iyi işler yaptık ve ne ilginçtir ki Milli Takım'ın başında 2000 jenerasyonunun mimarı olan Fatih Terim vardı. Şimdilerde Fatih Terim'in aldığı ücreti konuşanları, Hiddink'in aldığı ücreti konuşurken göremiyoruz pek.

Bu 0 moral ve eksiklere bakıldığında bırakın şampiyonaya gitmek, gene farklı bir skorla mağlup olmak içten bile değil. Özellikle 3-0'ın verdiği rahatlık ve taraftarınında desteği ile Hırvatistan güle oynaya şampiyonaya gider. Biz ise gene kaosa sürükleniriz. Üstelik pimi çekilen ama halen patlamayan bir soruşturma var. O da mutlaka bu yangını körükleyecektir. 

10 Kasım 2011 Perşembe

Sir Alex Ferguson İle Dobra Dobra





Manchester United'ın başında 25. yılını deviren 'Sir' Alex Ferguson'un, kariyerinde öne çıkan açıklamalarından bazıları,


1999 Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final'inde İnter için,

''Bir İtalyan bana tabakta makarna olduğunu söylerse, sosun altını kontrol ederim. Onlar sis perdesinin mücididir.''



Chelsea forveti Dennis Wise için,

''Dennis Wise, evde tek başına otururken bile kavga çıkarabilir''



İnzaghi için,

''Filippo İnzaghi ofsaytta doğmuş''



Gary Neville için,

''2.5 cm daha uzun olsa, Britanya'da ki en iyi defans olacak. Babasının boyu 1.87 cm. Sütçüyü araştıracağım''



Manchester United'ın, önceki menajeri Sir Matt Busby için,

''Sir Matt'i takip etme ayrıcalığına sahibim. Tek yapmam gereken, çabalayıp O'nun uzun yıllar önce koyduğu standartları sürdürmeye çalışmak''



Hakem Alan Wiley için,

''Oyunun hızı, hazır durumda hakemler gerektiriyor. Yurt dışında kasabın köpeği gibi sağlam fizikli hakemler görüyorsunuz. Buradakilerin bir kısmı hazır. O değildi. Sarı kart çıkartması 30 saniye sürüyordu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Gülünç durumdaydı''



Bayern Münih ile oynanan 1999 Şampiyonlar Ligi Final'i devre arası konuşması,

''Bu maçın sonunda Avrupa Kupası sizden sadece 2 metre uzakta olacak ve eğer kaybederseniz ona dokunamayacağız. Bir kısmınız için, O'na en fazla yaklaştığınız an olacak. Her şeyinizi ortaya koymadan buraya dönmeyi aklınızdan bile geçirmeyin''



Arsene Wenger için,

''Sadece ikimiz kaldık. Sonunda birlikte gün batımına doğru gitmemiz muhtemel''



Liverpool için,

''Verdiğim en büyük mücadelenin şu an olan bitenle alakası yok. Benim en büyük mücadelem, Liverpool'u lanet olası tüneğinden indirmekti. Bunu yazabilirsiniz.''



Manchester United için,

''Kimin ayrıldığı önemli değil. Manchester United ismi bir yere gitmiyor''

6 Kasım 2011 Pazar

Sir Alex Ferguson Stand

Old Trafford'daki ''North Stand'' tribününün adı değiştirilerek Manchester United'ın başında 25. yılını kutlayan Alex Ferguson'un adı verildi ve ''Sir Alex Ferguson Stand'' olarak değiştirildi. Bundan iyi bir jest olamazdı sanırım.





Manchester United ile 25 yıl ?
Alex Ferguson: Rüya gibiydi.
Emeklilik ?
Alex Ferguson: Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, sonraki 25 yılı sabırsızlıkla bekliyor olduğum.

Balmumu Vaart

Tottenham'da forma giyen ve başarılı bir grafik çizen Hollandalı futbolcu Rafael van der Vaart ve eşi Sylvie van der Vaart'ın balmumu heykeli yapılmış. Ayırt etmek zor



Galatasaray 0 - MİY 0 | Kol Bozuk





Normal şartlarda bakıldığında, geçen hafta eksiklerine rağmen belli dönemlerde çok iyi oynayarak Kayserispor deplasmanından 2-0 gibi net bir skorla galip gelen Galatasaray'ın, evinde Mersin İdmanyurdu'nu rahat geçmesi bekleniyordu. İlk kez forma giyen Semih Kaya'nın iyi oyunu, geldiğinden beri ciddi anlamda kıpırdayan Riera, maç içinde müthiş şekilde savaşan Elmander'in üstüne bir de eksiklerin dönmesi bu beklentiyi arttıran etkenlerdi. Semih'in perfomansı herkes gibi Fatih Terim'i de etkilemiş olacak ki gene 11'de görev verdi. Maça etkili başlayan taraf Galatasaray'dı. Selçuk'un şutu, sağ çaprazda Sabri'nin pozisyonu ve Eboue'nin Elmander'e hazırladığı pozisyonlardan yararlanamadı Galatasaray. Özellikle Elmander'in kaçırdığı pozisyon ilk yarı için Galatasaray'ın en ciddi atağıydı. Baskıyı kıran Mersin, Moritz ve Nobre önderliğinde ataklarını da arttırdı. Hatalı çıkıp, 45. dakika da Moritz'i ceza sahasında düşüren Muslera, penaltıyı kurtararak hatasını telafi etti bir nevi ve ilk yarı golsüz sona erdi. İlk yarıda Riera'nın adeta sahada olmayışına, Sabri başta olmak üzere sağ kanadın kötü performansı da eklenince Galatasaray etkisiz kaldı. Kanatlar işlemedi. Elmander yalnız bırakıldı. Yaratıcı oyuncu eksikliği artık gözardı edilemeyecek durumda. Bu eksiklik her maç gittikçe artıyor.


Orta alanda fazlaca yapılan top kayıpları ve pas hatalarından sonra, ikinci yarıda Sabri-Ayhan, Riera-Sercan değişiklikleri geldi. Riera fazla etkisizdi ve ilk yarıdaki penaltı pozisyonunda geri pası atanda kendisiydi. Kazım, Eboue ve Sabri gibi 3 sağ kanat oyuncusu sahada olmasına rağmen o kanadın kötü kullanılması ilginç, Kazım'ın sağ kanattan topla içeriye girmemesi daha ilginç. Melo, Ujfalusi gibi büyük oyuncu. Oyunu iki yönlü oynamaya çalışıyor. Kendi yarı sahasında rakibi karşılıyor, top dağıtıyor, oyun kuruyor. Yetmezmiş gibi birde ileride adam eksiltip pozisyon hazırlıyor. Yani 10 numara gibi oynamak zorunda kalıyor diyebiliriz. Taraftarın da desteği ile ikinci yarıya da etkili başlayan taraf Galatasaray'dı. Elmander önce Melo'nun, sonra da Eboue'nin hazırladığı pozisyondan yararlanamadı. Mersin'in ikinci yarıdaki ilk ciddi atağında, Nduka ile inanılmaz bir pozisyon kaçırdı. Defansın arkasına sarkıp, Muslera'dan da sıyrılıp boş kaleye üst direğe nişanladı topu. Ardından soldan Selçuk'un ortasında Hakan'ın kafa vuruşunu iyi bir refleksle kurtaran Sehic, Muslera'ya selam çaktı. Maç çok hareketlendi ve zevkli bir hal aldı. İki takımda pozisyon bulduğu için iki tarafa da gidip geliyordu maç ama kaçan pozisyonlar bitmiyordu. Elmander ile üst üste iki pozisyon daha kaçtı. Özellikle Sehic'i çalımlayıp boş kaleye kaçırması kendisi gibi izleyenlere de yerleri dövdürdü. Sol kanatta Sercanın çabaları da sonuçsuz kaldı ve maç 0-0 sona erdi. İnanması zor ama bu kadar hareketli tempoya ve pozisyona rağmen maçta bug varmışçasına gol olmadı. 


İkinci yarıda lig kariyerindeki 400. maçına çıkan Ayhan'ın oyuna girmesi ile orta sahada daha fazla top yaptı ve özellikle Eboue'nin performansı ile pozisyonlar buldu ama yararlanamadı Galatasaray. Pek hatırlamak istemesek de, geçen sezonlardan kalan kötü kadro bu kadar transfere rağmen halen izler taşıyor. Orta sahada yaratıcı, lider bir oyuncu eksikliği hissi hat safhada. Beşiktaş'taki Quaresma, Simao gibi Fenerbahçe'deki  Alex gibi bir oyuncusu yok Galatasaray'ın. Topla ilerleyip adam eksiltebilecek, pozisyon hazırlayıp gol attırıp, gol atacak bir oyuncu eksikliği var. Engin'in eksikliğinde Selçuk'un daha fazla sorumluluk alması gerekiyor ama yanında oynayan oyuncuların kötü performansı onu da etkiliyor. Melo tek başına hem defansa hem de ofansa yetişemiyor. Sabri'nin iyi niyetinden kimsenin şüphesi yok ama orta sahada olmuyor kesinlikle. Kayserispor maçındaki gibi Ayhan ile başlansa daha farklı olabilirdi ilk yarı.  Kazım'da etkisiz isimlerdendi.  Kayserispor maçında biraz kıpırdayan Riera bu maçta fazlası ile kötüydü. Artık bir şeyler yapması gerekiyor. İdmanda, şu performansından daha iyi oynuyordur. İşin komik yanı sol açık alternatifimizin Aydın olması. Culio şu yoklukta çok işe yarardı şüphesiz. Aydın'ı izlemektense, sol kanatta Sercan'ı tercih ederim. Sercan, saha içinde düşündüklerini uyguladığı an, çok şeyi değiştirebilecek yeteneklere sahip. Elmander gene çok iyi savaştı ama kendisine yakışmayan pozisyonları kaçırdı. Semih-Ujfalusi ikilisinin uyumu gene güzeldi. Hatta maçla ilgili söyleyebileceğimiz en güzel şeylerden birisi Semih'di. Türk futbolu umarım Semih'i kazanır ve umarım ki Semih bu güzel performansı devam ettirip formayı kaptırmaz. Maçın hakemi için söylenebilecek tek şey, herhalde bu sezonun hatasız maç yöneten tek hakemi olduğu.


Fenerbahçe'nin puan kaybettiği bir haftada kazanılabilecek bir 3 puan hem sıralama hem de psikolojik açıdan çok iyi olacaktı ama olmadı. Lig'de ilk devrenin bitmesine 7 maç kaldı ve artık iç sahada puan kaybedilmemeli. Yaklaşan devre arası transfer döneminde orta saha transferi öncelik.

4 Kasım 2011 Cuma

Arsene Wenger İle Futbol Üzerine




15 senedir Arsenal'in teknik direktörlüğünü yapan, Arsenal'e önemli başarılar, dünya futboluna da bir çok yıldız kazandıran Arsene Wenger ile futbol üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirilmiş.



Arsene Wenger: Bir oyuncudan başarılı bir futbolcu yaratmak istiyorsanız, iyi olmak uğruna neler yapabileceğine bakarsınız. Mükemmel bir futbolcu olma tutkusunu içinde yaşıyor olmalı. Bir futbolcu yaratmak bina inşa etmeye benzer. Zemininiz sağlam olmalı yani teknik. İlk katı çıkarsınız, bu fiziktir. Yetenek 14-17 yaşları arasında ortaya çıkar. Yetenek var, yeterince hızlı ve güçlü ise 2. kata çıkabilirsiniz. Burada önemli olan oyunun mantığını anlayıp anlamadığıdır. Son basamakta 18-19 yaşlarında futbolcunun şu soruya cevap vermesi gerekir; Başarılı bir futbolcu olmayı ne kadar istiyorum ?

Başarı; yetenek, zeka ve motivasyonun kombinasyonunda saklıdır. Biri bile eksikse mükemmel bir kariyer asla yakalanamaz





Soru: Bir deneme maçı izlerken genç futbolcu adaylarında nelere bakarsınız ?

Arsene Wenger: Özel bir şeyler. Çünkü hiç birimiz mükemmel değiliz ne yazık ki. Ama önemli olan iyi futbolcuda olması gereken şey öne çıkan bir özellik. Bazen vizyon, oyunu çabuk anlama yeteneği, bazen tutku, kazanma motivasyonu

Soru: Bir deneme maçı, siz oradasınız, izliyorsunuz sizi etkilemek için oyuncunun ne yapması gerekir ?

Arsene Wenger: Öncelikle yeteneğini ortaya koyabilmeli. Kendinizi kısıtlamayın. Yeteneğinizi gösterebiliyor olmanız önemli. Kendiniz olabilmek, yüksek seviyelerde rekabet ortamında önemli bir özellik olacaktır. Hayattaki ilk amacınız topla hareket ederken rahat olabilmek olmalı.

Topu kullanın. Durmayın, top size geldiğinde hızlı olmalısınız. Top bir oyuncunun ayağına geldiği zaman futbolcuya umut verir. Stres vermemeli, kalp atışlarınız yavaşlamalı. Umudunuz ön plana çıkmalı. Bu yüzden topla çok çalışın.

Kendinize inanın. Yaşın bir önemi yok. Hayalinizi canlı tutabiliyorsanız, peşinden gidebiliyorsanız, kendinizi motive edebiliyorsanız hayatta başarılı olmanın kuralı azimdir. Yaptığınız işe inanmaya devam edin, bir gün gerçek olacaktır.

Biz, gençlere hayallerini canlı tutma şansı vermek istiyoruz. Pes etmeyin!






Bir çok genç yeteneği harmanlayıp yıldız yapan, oyuncuları değişse de sistemi ve futbol anlayışı hep pozitif olan Arsene Wenger, yıldız bir oyuncu olmak için öncelikle oyuncunun kendisine inanması, çok çalışmasını ve asla pes etmemesini öneriyor. Bu yol tarifinin doğru yere çıktığına şüphe yok. İnsanın Arsenal alt yapısına yazılası geliyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Beğen