31 Ocak 2012 Salı

Kazım Transferi





Ara transferin sonlanmasına saatler kala her ne kadar son dakika transferlerinden çok çekmiş olsak da orta saha için bir oyuncu beklentisi içerisindeyiz. Ünal Aysal'ın dün yaptığı açıklamalardan sonra yüksek bedelli transfer için sezon sonu bekleneceği izlenimi edinmek zor değil. Sezon sonu sözleşmesi sona erecek birçok futbolcu var. Bonservis ödemeden getirilebilir. Ama biz özellikle kanatlar için transfer beklerken gece geç saatlerde ayrılık haberi geldi. Kazım'ın (ne kadar doğru bilmiyorum) kendi isteği ile Olympiakos'a gitmek istediği ve 900 bin Euro bedel ile sezon sonuna kadar kiralandığını öğrendik. Burada ilginç olan, 4 ay gibi bir süre için Kazım'a 900 bin Euro verilmesi. Zaten Kazım'ın bonservisi ne kadar ki 4 ay gibi bir süre için bu ücret verildi. İşin diğer bir kısmı transfer gerçekten lazımken, transfer beklerken, hem de ihtiyaç olan bölgeden oyuncu gönderilmesi ilginç. Yerli bir oyuncunun gitmesi daha ilginç. Yabancı kontenjanını düşünecek olursak, Muslera, Ujfalusi, Melo, Elmander, Eboue oynaması kesin oyuncular. Kazım'ın gitmek istediği doğruysa ve para için gönderildiyse hata olur. Kazım'ın Galatasaray'a transferine hiç sıcak bakmamıştım, istememiştim ama hakkını yemeyelim Kazım geldiğinden beri büyük bir hatası, terbiyesizliği olmadı. Geçen sezonun ikinci yarısında takımın en iyilerindendi. Bu sezonda çok iyi oynamasada sağ kanatta oynayabilecek isimlerin başında geliyor. Yeri gelince forvette oynayabilen bir isim. 3 sene önceki Meira hatasına düşmemiz en büyük korkum. O zamanda Meira para için satılmış, Hamburg maçında yokluktan Kewell defansta oynamış ve Kewell'dan ofansta faydalanamamıştık. Sonuç malumunuz. Kazım'ı her şartta savunan Fatih Terim'in tutumuda önemli. Son dönemde alınan 1-2 kötü sonuçtan sonra ilk ıslıklanan, tepki gösterilen isimlerden biriydi Kazım. Kazım'ın yabancı transferlerin takıma ve Türkiye'ye uyum sağlamasında büyük katkısı vardı. Artık gittiğine göre yeni kurban seçebilir bazıları. Şu andan itibaren önemli olan, zaten transfer gereken kanatlara, bir de Kazım gittikten sonra kesinlikle transfer yapılması. Çünkü, Aydın Yılmaz gibi bir şey var yedek kulübesinde. Ne diyeyim, Allah insana Aydın Yılmaz şansı, bahtı versin...

30 Ocak 2012 Pazartesi

Karşıyaka 1 - Göztepe 0

Uzun süredir beklenen İzmir derbisi 1-0 Karşıyaka'nın galibiyeti ile sonuçlandı. Maçın başındaki net fırsatlardan yararlanamayan Göztepe kaybetti. Karşıyaka nispeten daha iyiydi, farkı arttıracak pozisyonlara da girdiler ama başka gol olmadı. Göztepe sahada kaybeden, tribünde de kazanan taraftı.



















7!

Lider Real Madrid, Real Zaragoza karşısında son dönemde alışık olduğumuz gibi geriye düşmesine rağmen maçı 3-1 kazanmayı başardı. Bu maçın ardından başlayan Villarreal - Barcelona maçından gol sesi çıkmayınca aradaki puan farkı 7'ye yükseldi.









Sezon sonu bu görüntüleri tekrar izler miyiz?


29 Ocak 2012 Pazar

Bursaspor 1 - Galatasaray 0


58'nci. madde idi, Genel Kurul'du, Shaqiri idi derken Bursaspor maçı geldi çattı. Önemli konu kadro ve diziliş idi ki, gene aynı şekilde 4-1-4-1 tarzı dizilişi ile sahadaydık. Beklerin hücuma katkısı sıfır olunca, kanatlar işlemeyince, orta alanda yaratıcılık olmayınca, üstüne bir de fazla top kaybı olunca Eskişehirspor maçındaki gibi bir görüntü ortaya çıktı. Yaratıcılıktan uzak, birbirine yabancı 11 adam sahada bir şeyler yapmaya çalıştı. Baros'un sakatlığı, Eboue'nin Afrika Kupası'nda olması bizi umduğumuzdan da etkiledi. Transfer sezonu ilk açıldığında Fatih Terim transferlerin erken bitmesini istemişti ama transferin kapanmasına sayılı günler kaldı ama halen ciddi bir transfer yapamadık. Zaten Baros'un sakatlanmasından sonra Elmander ile uyumu kötü olan ve bugün çok kötü oynayan Sercan faktörü de eklenince forvetten gol beklentimiz kalmadı. Sercan'ın fiziki açıdan çok, mental açıdan gelişmesi gerekiyor. Neredeyse bütün pozisyonlarda top geldiği zaman ne yapması gerektiğine karar veremiyor. Bu kararsızlık durumu daha da kötü yapıyor. Sercan zaten etkisizken Elmander'i de iyi durdurdular. Özellikle İbrahim Elmander'i çok iyi marke etti. Sol kanadı Hakan Balta-Riera, sağ kanadı Sabri-Emre (Kazım) olan bir takımın bu formuyla deplasmanda kazanma ihtimali pek yok. Kaldı ki, Bursaspor çok iyi oynamadı bugün. Orta sahayı kalabalık tutup, bizi top kaybına zorladı ve başarılı oldu. Doğru dürüst ilk net ataklarında da golü buldular ve iyi kapandılar. Semih ve Ujfalusi değil de, Servet-Gökhan Zan ikilisinden herhangi birisi olsaydı bugün, Bursaspor ikinci golü de atardı, üçüncü golü de.

Sabri'yi çok severim. Ama olmuyor gerçekten. Özellikle sakatlıktan döndüğünden beri ciddi bir form düşüklüğü var. Bugün önünde Emre oynadı ama sol kanatta oynadığı zamanki gibi etkili değildi Emre. Sol kanat ise evlere şenlik. Hakan Balta için tam 'ilk geldiği sezon ki performansına yaklaşıyor yavaş yavaş' diyorduk ki, bizi duymuşcasına dibe vurdu bugün. Ne hücumda ne de defansta iyi değildi. Herkesin dilinde ki isim Riera'yı ise çözemedim. Bazı pozisyonlarda etkili olmaya çalıştı, bir diğer pozisyonda çok kötüydü. Yani uyum süreci lafıdır gidiyor da, Türkiye'ye geldin be Riera, uzaya çıkmadın ki...

Son dakikalarda yakaladığımız pozisyonları atsak puan ya da puanlar alabilirdik belki ama bu mağlubiyet birilerinin gözündeki perdeyi indirir sanırım.Söz dönüp dolaşıp transfere geliyor ama en büyük korkum son yullarda ki gibi komik son dakika transferi. Ankaragücü maçını saymazsak, kötü oynanan Eskişehirspor maçı ve bu maçta ki kötü oyun, formsuzluk ve beceriksizlik çekilecek cinsten değil. Galatasaray'ın transfere değil, transferlere ihtiyacı var. Kaybedilen maç sonrası twitterda hashtag oluşturma delisi bazı skor, twitter ve facebook taraftarları Fatih Terim'e giydirmeye başlamış bile. Fatih Terim 2 hafta önce demişti ama harbiden bu kadar ucuzmuş demek. 

26 Ocak 2012 Perşembe

Lan Oğlum...


Efsane...

Bu Korku Barcelona'ya Yeter



Her şeyden önce şunu belirtmem gerekir ki son yıllarda izlediğim en güzel maçtı. İnanılmaz bir mücadele izledik. Futbola doyduk adeta. Lig'de 5 puan önde olup, rekorlar ile ilk yarıyı kapatan Real Madrid'de, 2-1 biten ilk Kral Kupası maçı rövanşı sonrası takım içinde yaşandığı iddia edilen olaylar neredeyse El Clasico'nun önüne geçti. Real Madrid son yıllarda defansif ağırlıklı çıkıyordu. Orta sahayı kalabalık tutup, önce rakibi durdurmaya yönelik bir düşünce ile oynuyorlardı. Son maçtan sonra gelen eleştirilerden midir, yoksa 2-1'lik skorun getirdiği gol ihtiyacı mıdır bilinmez ama Jose Mourinho bu sefer ofansif ağırlıklı, orta alanda hem Mesut hem de Kaka'yı kullanarak, 'en iyi savunma hücumdur' düşüncesi ile çıktı maça. Daha maçın 10. saniyesinde Higuain net pozisyondan yararlanamadı. Ardından maç tek kaleye döndü. Madrid, Barcelona'yı hataya zorladı. İnanılmaz pres yaptı. Sağdan, soldan, ortadan sürekli saldırdı ama aynı bu seneki Galatasaray - Fenerbahçe maçındaki gibi yakaladığı pozisyonları değerlendiremedi. Özellikle Mesut'un 30 küsür metreden çektiği şut direkten dönmeyip gol olsa, El Clasico tarihinin en iyi gollerinden birisi olurdu. Maçın sonlarına doğru hakeminde katkıları ile istediğini elde eden Barcelona, Madrid solda Pedro'yu unutunca 1-0 öne geçti. Ardından Dani Alves'in attığı harika gol ile farkı 2'ye çıkarttı. İlk yarı sonlara doğru biraz olaylıda olsa bitti. Oynayan Madrid, ama golleri atan Barcelona'ydı.

İkinci yarıda rahat olan taraf Barcelona idi. İlk maçı 2-1 kazanmaları, rövanşta ilk yarıyı 2-0 önde kapatmaları tabii ki en büyük nedendi. Ama Real Madrid ilk yarıdaki gibi saldırmaya devam etti. Hakem ise evlere şenlikti. Önce Ramos'un golü saçma sapan bir faul kararı ile geçerli sayılmadı. Yılmayan Madrid saldırdı ve Mesut'un güzel pasında Ronaldo şık golle farkı 1'e indirdi. Yokları oynayan Higuain'in yerine oyuna giren Benzema, Puyol'u sürüm sürüm süründürdü ve golünü atıp maça eşitliği getirdi. Bundan sonra ilk yarıda korner vuruşunda Pepe'nin vurduğu kafa vuruşunu eliyle uzaklaştıran Busquets başrolünde Barcelona tiyatrosu başladı. Barcelona'ya, oynadığı futbola çamur atmıyorum kesinlikle ama Busquets başrolünde Barcelonalı oyuncuların hepsinin dokunur dokunmaz kendini yerlere atması ve hakemleri bu konuda iyi baskı altına alması çok net bir gerçek. Bu maçta hakem takdir haklarının hepsini Barcelona'dan yana kullandı. Ramos'a komik bir kırmızı çıktı. Ramos, kırmızı kart karını alkışlayarak protesto edip Bülent Korkmaz'a selam çaktı. Penaltılar verilmedi. Gol verilmedi. Kartlık pozisyonlara faul dahi çalınmadı. Yetmezmiş gibi o kadar faul, kart olduktan sonra 3 dakika uzatmaya rağmen önce faul verdi, sonra da kazanılan faulü kullandırtmadı Real Madrid'e. Barcelona öldü öldü dirildi ve turu geçti.

İlk yarıda yakaladığı pozisyonları değerlendiremeyen, ikinci yarıda da iyi futboluna devam eden ve 2-0'dan dönen Madrid'e üçüncü golü attırmadılar. Çok uzun bir süre sonra ilk kez Barcelona bu kadar kötü oynadı çünkü karşısında mükemmel bir Real Madrid vardı. Barcelonalı taraftarlar çok uzun süre sonra hem de kendi sahalarında bu denli iyi bir rakip gördü ve ciddi anlamda 'tırstı'.  3-2 olsa ve Madrid tur atlasa kesinlikle efsane olurdu.




Bir de Pepe konusuna gelecek olursak, bazı hareketleri gerçekten çok sert. Yani savunulacak bir tarafı yok. Ama insanlarda artık o dereceye gelmiş ki, yaptığı normal faullerde bile kırmızı kart beklentisi içine giriyor insan. Pepe'nin daha maç başlamadan kırmızı kart görmesini isteyenler var! Ama Busquets başta olmak üzere Barcelonalı futbolcuların yaptıkları çirkefliklere kimsenin bir şey dediği yok. Yani iyi futbol oynuyorsa, istediğini yapabilirsin. Maçın adamı bence Mesut idi. Bilbao maçında da harikaydı.

Sonuç olarak, Real Madrid oynadı, turu Barcelona geçti.

Maçı anlatan kare bu olsa gerek

25 Ocak 2012 Çarşamba

Versene Olum Topu!

İngiltere 1. Lig'inde oynanan Bury-Yeovil Town maçında ev sahibi takım penaltı kazanıyor. Schumacher, kazanılan penaltıyı  kimin kullanacağıyla ilgili saha içinde takım arkadaşı Coke ile kavga ediyor. Hani bıraksalar girecekler birbirlerine. 


Sonunda Schumacher penaltıyı kullanıyor ve Bury maçı 3-2 kazanıyor.


24 Ocak 2012 Salı

Çakma Yılmaz Vural

Paolo Di Canio Futbolculuk döneminde yaptıklarından sonra, teknik direktör olarak yaptıkları ile de konuşuluyor. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktör olan ve şu anda Swindon Town’u çalıştıran Di Canio, Macclesfield Town 1-0 yendikleri maçta Matt Ritchie oyundan çıkarken poposuna tekme atıyor. Bunu gören hakem de Di Canio'yu tribüne yolluyor.

Karara çok sinirlenen Di Canio maç sonunda, Kulübedeki teknik alan bana ait. Burada istediğimi yaparım. Hakemin beni tribüne göndermesi çok saçma. Ben vücut dilimi kullanan birisiyim. 25 kez beni gönderebilirsiniz ama beni asla değiştiremezsiniz. diye açıklama yaptı.

Bu tarz görüntüleri biz Yılmaz Vural'dan görmeye alışkınız ama İngilizler pek alışkın değil.

Gerçekleşmeyen Shaqiri Transferi




Son günlerde şike iddiaları ve 58. madde konuları dışında Galatasaray'ın gündemini meşgul eden en önemli olay transfer konusu. Özellikle ligin ikinci devresinde gittikçe hissedilen orta sahada yaratıcı oyuncu ihtiyacı için öne çıkan en büyük aday Shaqiri idi. Sol ayağını çok etkili kullanan, fiziki açıdan güçlü, ikili mücadelelerde yıkılmayan,  gelecek vadeden, yaratıcı bir kanat oyuncusu. Basel'e yaptığımız ilk teklifin reddedildiği açıklandı. Dün Ünal Aysal ve Fatih Terim'in yaptığı toplantıda aldığı karar ile fiyat arttırıldı ve yeni teklif yapıldı. Basel bu teklifi de kabul etmedi ve transfer gerçekleşmedi. Transfer döneminin kapanmasına 1 hafta kaldı. Olumsuz da olsa netleşmeliydi artık. Alternatifleri vardır mutlaka. Değerlendirilecektir.

Özellikle son yıllarda Galatasaray olarak son dakika gereksiz transferlerine alıştık, alıştırıldık. Taraftar tepkisi ile gerçek anlamda, her yönü ile düşünülmeden yapılan transferler hem ekonomik açıdan hem de takım olgusu açısından derin yaralar açtı. Vizyonu olmayan, teknik direktör ile görüşmeden, ekonomik açıdan zarar edebileceği düşünülmeden yapıldı transferler. Zaten genel anlamda Türk takımlarının en büyük zaafı bu. Ama bu sene başında Fatih Terim'in gelmesiyle birlikte bu konuda önemli yol alındı. Transferlerde ince eleyip sık dokuduğumuz için yapılan bir çok transfer nokta atışı oldu. Muslera, Eboue, Selçuk, Melo, Elmander, Ujfalusi ligdeki bütün takımlarda banko oynayabilecek oyuncular. Doğru yapılacak 1-2 takviye ile Avrupa'da da etkili olunabilir. İşin sadece ekonomik boyutu değil, takım içi dengeler ve ileriye dönük düşünceler ile hareket ediliyor. Belki Shaqiri'yi transfer edemedik ama vizyon transferini gerçekleştirdiğimizi söyleyebiliriz. Artık 'hurraaa' mantığı ile değil de, transferi her açıdan düşünüp hareket etmemiz çok önemli bir konu. Galatasaraylı taraftarlar kadar, yöneticiler ve teknik ekipte tabii ki iyi oyuncuları Galatasaray'da görmek istiyorlardır. Bu konuda şüphem yok. Ama bu vizyondan ödün vermemek gerekir. Yukarıda bahsettiğim gibi, son dakika da ne olduğu bilinmeyen, tamamen taraftar baskısı ile oyuncu alınmaz umarım. Bu konuda en çok sorun yaşayan takımlardan birisiyiz.

Bir de başkanlara, yöneticilere, Fatih Terim'e değil de, duyumculara, dedikoduculara inanıp, beklentiye girip, transfer olmayınca da yöneticilere, ekibe sallayanlar var ki, çok yazık.


Fatih Terim ne demişti?

Bir transfer ayında önümüzü yüzlerce oyuncu geliyor. O gün, o şart, o dinamikler içerisinde bazen antrenörler hayır diyebilirler. Bu bir kaç yıl sonra önünüze 'kardeşim bunu getirdik istemedin' diye çıkarsa, yanlış olur. Bu çok ucuz olur. O günkü şartlar ne gerektirir kimse bilemez. O yüzden hata yapıyoruz zaten. Ben Galatasaray'ın, bulunduğum konum içerisinde düşünebileceğim her şeyini düşünmek zorundayım. Ekonomisini, taktiğini, tekniğini, uyar-uymazını da düşünmek zorundayım. 
...

'Biz getirdik hoca istemedi' tarzı bir tavır olursa bu hoş değil. Transfer dönemlerinde mesaj yağıyor. Aklınıza neresi gelirse. Zaten millet Galatasaray'ın ihtiyacını bizden önce hissetmiş, biliyor zaten. 'Bu kesin orada müthiş oynar, nasıl almazsınız', herkes Maradona. Almayınca biz suçluyuz.

Real Madrid ve Sorun Yaratma Çabası




Barcelona maçından sonra İspanya'da ve medyada yazılanları Aceto çok güzel özetlemişti. Real Madrid'in Atletic Bilbao'yu 4-1 yendiği maçta, Jose Mourinho kariyerinde ilk kez tribünler tarafından ıslıklandı. Maçın sonlarına doğru durum 3-1 iken, Ultras Sur Jose Mourinho lehine tezahürat yaparken, stadın bir bölümü bu desteği ıslıklayarak protesto etti. Skor 4-1 olduktan sonra ultras sur, Mourinho'ya desteğe devam etti. Islıklar da devam etti. Maç 4-1 sona erdi.

Mourinho maç son açıklamasında kısaca, kariyerinde ilk kez ıslıklandığını, her şeyin bir ilki olduğunu, bu statta daha önce Zidane, Ronaldo ve Cristiano Ronaldo'nun da tepki gördüğünü, tepkilere çalışmaları ile karşılık vereceğini ve Real Madrid'in başarısı için çalıştığından bahsetti.

Real Madrid'in durumuna bakacak olursak, ligin ilk yarısınında 19 maçta 16 galibiyet alarak 49 puanla, en yakın takipçisi Barcelona'nın 5 puan önünde birinci bitirdiler. Lig'in ilk yarısında 49 puan toplayan Real Madrid, tarihindeki ilk yarıdaki en yüksek puanına ulaşarak rekor kırdı. Bir diğer rekor, ilk yarı sonunda attığı 67 golle İspanya Ligi'inde en fazla gol atan takım oldu. Şampiyonlar Ligi'nde bütün maçlarını kazandı. Belli ki bunlar yetmemiş.Barcelona maçlarında yaşananlar bunların önüne fazlası ile geçmiş gibi. Pepe başta olmak üzere bazı futbolcuların sertliği ve Barcelona maçlarındaki mağlubiyetler, medyanında etkisi ile fazlasıyla etkiliyor. Real Madrid'in Barcelona'yı gerçek anlamda yenmesi, Kral Kupası maçı galibiyeti ile değil de, lig şampiyonluğu ile olur. Son yaşananlar takımı etkilemezse büyük ihtimalle de bu gerçekleşecek. Ama İspanyol medyasında dolanan dedikodulara göre, Jose Mourinho sezon son Real Madrid'den ayrılacak. Gidişata bakıldığında en az sorun yaşaması gereken kulüplerden birisi olması gereken Real Madrid'in bu denli karışması  normal değil.

Kral Kupası rövanş maçı öncesi basın toplantısı yapan Jose Mourinho, Haziran ayında Real Madrid'i bırakacağı, Barcelona yenilgisinden sonra antremanda Sergio Ramos ve Casillas ile tartıştığı iddialarına cevap vermedi. İspanyol basını ile aranızda büyük bir gerginlik var. Bu sorunu çözmek için bir şeyler yapmayı düşünüyormusunuz?'' sorusuna karşılık, ''Şu anda ligde 5 puan farkla lideriz. Şampiyonlar Ligi'nde 6 maçta 6 galibiyet aldık. Ben buraya geldiğimde Real Madrid alışılmış bir şekilde Kral Kupası'ndan eleniyordu ama biz geçen yıl Kral Kupası'nı kazandık. Şampiyonlar Ligi olgusu kafalarında bile yoktu ama artık var. Yani görüldüğü gibi çok sorunumuz olduğunu sanmıyorum''

23 Ocak 2012 Pazartesi

Totti'den Rekor





Dünya futbolunda son yıllarda 'bayrak adam' lafının altını doldurabilecek yegane isimlerden birisi Roma kaptanı Francesco Totti'dir. Roma'nın Cesena'yı 5-1 yendiği maçta 2 gol atan Totti, Roma forması ile 211. golünü attı. 1949-1956 yılları arasında Milan forması ile 210 gol atan İsveçli Gunnar Nordahl'ın rekorunu kırarak Serie A’da bir takım forması altında en fazla gol atan futbolcu oldu. Efsaneye yakışır.

Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Yaksınlar!




Geçtiğimiz günlerde Adanademirspor taraftarı İstanbul'da meşale yakmıştı, bugünde Galatasaray taraftarı Eskişehir'de yaktı. Yarın Eskişehirspor taraftarı altta kalmasın ilk fırsatta yaksın. Silsile böyle devam etsin. Renk ayrımı gözetmeden herkes yaksın, herkes yakabilsin. "Ama onlar yaktı, biz yakınca polis ceza kesiyor" sığlığına kimse düşmesin. Yanan 5 tane meşale için nerdeyse devletin tüm güvenlik kurumlarını ayağa kaldıran Şansal Büyüka gibi futbol düşmanlarına koz verilmesin. Bugün meşale nefreti saçan Şansal Büyüka yıllarca Maraton'un jeneriğinde meşale görüntüsü izletti millete. Herkes meşale yaksın, görülsünki yakılan C4 tipi bomba değil altı üstü bir meşale. Saçma sapan bir yasayla türetilmiş cezanın anlamsızlığı otaya çıksın.

Ürünleri gibi, yazdığı yazı ile gönülleri fethetti ultras Project

Eskişehirspor 0 - Galatasaray 0





Maç öncesi saha dışı konusunda en önemli olan, zeminin durumuydu. Maç saatine doğru temizlenme işlemleri arttırılmıştı ama asıl sorun maç saatinde sahanın buzlu olup olmayacağıydı. Saha içinde Galatasaray adına en önemli konu ise, Baros'un sakatlanmasından sonra Fatih Terim'in 4-4-2 sistemi ile devam edip etmeyeceğiydi. Kadro olarak sağda Sabri, göbekte Ujfalusi ve Semih, solda Hakan, önlerinde Melo, solda Emre, Sağ da Kazım, göbekte Engin, Selçuk ve tek forvet Elmander dizilişi ile çıktık. Her ne kadar 4-4-2 oynamamızı istesem de, 4-1-4-1 tarzında dizildik. Bu sistem, yani tek  forvetli sistemi lig başından beri tam anlamı ile oynayamadık. Bu şekilde oynamaya çalıştığımız maçlarda ciddi anlamda zorlandık, çünkü orta alanda 10 numara tarzında, oyun kurabilecek, adam eksiltip, pozisyon hazırlayabilecek bir oyuncumuz yok. Buna, son dönemde formsuz devam eden Kazım'ın kötü performansı eklenince, bütün yük sol kanada kalıyor. Engin bahsettiğim 10 numara boşluğunu tam anlamı ile doldurabilen bir oyuncu değil. Kah kanada inip pozisyon hazırlayacak, dribbling ile içeri dalacak bir oyuncu da olmayınca maçı neredeyse şut atmadan tamamladık. Geriye tek çare ölü toplar ve sürpriz şutlar kaldı.

Bu tarz zeminlerde yerden çekilen şutlar kalecileri ciddi anlamda şaşırtıp, hataya zorlayabiliyor. Bunun bilincinde olan Eskişehirspor bunu sık sık denedi ama Muslera hiç top sektirmedi ve hata yapmadı. Bizim hiç sut çekmememiz ise işin garip tarafı. Oysa ki, Melo, Selçuk, Emre ve Elmander iyi şutlar çekebilen oyuncular. Orta alanda yaratıcılıktan yoksun olan ve fazla pas hatası yapan Galatasaray'a nazaran, Eskişehirspor özellikle sol kanattan etkili geldi. Orta alanı kalabalık tutup, çıkartmadı Galatasaray'ı. Özellikle ikinci yarı gereksiz sertlik ve hakemin bu sertliğe müsade etmesi Eskişehirspor'un işine geldi.  Kötü oynayan Engin, Kazım ve etkisiz kalan Selçuk ile beraber çöken orta sahamız sonucunda maç daha çok bizim ceza sahamızda oynandı. Bizim adımıza 1.5 pozisyon vardı. Bu pozisyonlarda baş rolde Melo vardı. Kafa vuruşunu İvesa, sonraki pozisyonda da sağ çaprazdan şutunu defans uzaklaştırdı. Kazım ve Sabri'nin form durumları gibi aralarındaki uyumda kötü. Ne defansif anlamda ne de ofansif anlamda iyi bir ikili değiller.Bunu iyi değerlendiren Ersun Yanallı Eskişehirspor, hep o kanatta etkili oldu. İkinci yarıda Fatih Terim risk alıp Kazım'ı bek olarak, yeni transfer Yiğit'i de önünde oynattı. Bu kötü zeminde, zaten kötü oynayan takımda Yiğit'i değerlendirmek çok zor. Ujfalusi ve Semih iyi maç çıkardılar. Semih tek hatasını ikinci yarının sonlarına doğru yaptı. Onda da Ujfalusi yetişti imdada. Elmander iyi niyetle çabalıyor ama O daha çok çift forvetli sistemde ikinci forvet oyuncusu gibi. Zaten Barosla oynadığı zaman çok etkili oluyor.




Oyuna baktığımız zaman 1 puan sevindirici. Çünkü kazanmak adına pek bir şey yapmadık. Ondan da sevindirici olan kimsenin sakatlanmamış olması. Transfer konusunda 26 Ocak'ta yapılacak olan Genel Kurul sonucu beklendiği çok açık ama Genel Kurul'dan sonra da fazla süre kalmıyor. Baros'un geç dönecek olması da cabası. Transfer mutlaka şart. Puan kaybını kafaya çok takmamak gerek. Elbette olmaması gerek

Maçla ilgili bizim adımıza en güzel olay şüphesiz tribünlerde yakılan meşalelerdi. Bu güzelliğin yasaklanmasını anlamak güç. Futbolda bir ton olay oluyor. Af gündemde ama ülkemizde meşale yapmanın cezası hapis bile olabiliyor. Futbolu güzelleştiren gol ise, tribünü güzelleştiren de meşaledir.


21 Ocak 2012 Cumartesi

Yeni Pele



Dünya futbol tarihinin en önemli isimlerinden birisi Pele şüphesiz. Futbolculuk zamanında yaptıkları kadar bıraktıktan sonra ki açıklamaları ile de konuşuluyor. Futbol adına yapılan en büyük kıyaslamanın da başrollerinden. (Maradona mı? Pele mi?) Son dönemde açıklamaları ile gündeme geliyor hep. Brezilya milli takımını beğenmediğinden, kendisinin en iyisi olduğundan, Messi ve Neymar'ın yeteneklerine kadar geniş bir yelpazesi var. Yeni açıklamalar yapmış;


Messi'ye olan hayranlığımı gizlemeyeceğim. Onunla aynı seviyede olduğumuzu söyleyebilirim. Çünkü ikimiz de tanrı tarafından ödüllendirilmiş insanlarız. Ancak Messi'nin rekorlar kırması gerekiyor. Benimkini kırması da hiç kolay olmayacak. 1,283 gol atmayı ve üç Dünya Kupası kazanmayı başarırsa beni geçmiş olacak.


İnsanlar bana sürekli yeni bir Pele'nin ne zaman geleceğini soruyorlar. Ben de sürekli olarak 'Asla' diyorum. Çünkü annemle-babam çocuk yapmayı bırakalı yıllar oluyor.

19 Ocak 2012 Perşembe

Bu ne Olum Ya?


Bir daha düşünesi geliyor insanın...

Real Madrid 1 - Barcelona 2





Dün oynanan İspanya Kral Kupası çeyrek final ilk maçında Barcelona, Real Madrid'i 2-1 mağlup etti. Maça sürpriz bir kadro ile çıktı Jose Mourinho. Tabii ki Hamit, Nuri ve Mesut'un oynamasını isteriz ama bu üç isimden oynama ihtimali en yüksek olan Mesut yerine, Hamit'i tercih etti. Kadro içeride oynayan bir takım için biraz fazla defansifti ve Barcelona pas trafiğini bozma üzerine kuruluydu. Önceki maçlarda olduğu gibi iyi başlayan taraf Madrid'di. İlk atakta Ronaldo ile şık bir de gol buldular. Orta alanda Xavi ve Messi'yi durdurma operasyonu başarılı oldu ama takımı ayağa kaldıracak, ilerde oyun kuracak bir oyuncu olmayınca sıkıntı yaşadılar. Hamit'in kanadından tehlikeli atakları oldu Barcelona'nın. Bun da Hamit'in karşısında İniesta olması ve Hamit'e hiç yardım gelmemesi en önemli etken. Hamit topu kaptığı ya da pas geldiği zaman kafasını kaldırdığında hep Barcalılar ile yalnız kaldı. İkinci yarıda İniesta'nın belini kırıp harika bir de orta yaptı ama Benzema'nın vuruşu direkten döndü. Özellikle Benzema ve Higuain geriye gelip top almayınca ve çizgiye inmeyince Barca çok etkili kullandı aynı kanadı. Ramos ve Casillas ilk yarıda kritik müdahaleler yaptı. Aynı şekilde Barcelona'nın sağ kanadı da çok etkisizdi. Bindirmeler yapıp, bazen dribblingler ile içeri giren Dani Alves hiç etkili olamadı. Xavi ve Messi alışılagelmiş görüntüsünden çok uzaktı.

Son dönemde taraftarlar ile arasında sorun olduğu söylenen Ronaldo'nun gol atması tabii ki pozitif bir etken. Golden sonra ilk yarıda Madrid onun kanadında çok etkili oldu ama aldığı bir darbe ile sakat sakat devam etmesi daha kötü yaptı işleri. Özellikle ikinci yarıdan itibaren hiç etkili olamadı. Real Madrid zaten sakatlanmadan önce Ronaldo ile geliyordu. O sakatlanınca tamamen durdular. Orta alanda ofansif anlamda oyun kuracak, top yapıp pozisyon hazırlayacak kimse olmadığı için etkisiz kaldılar. İkinci yarıya golle başlayan Barcelona, moral faktörü ile de daha iyiydi. Real Madrid, özellikle Barcelona maçlarında golü yiyince moral açısından hemen demorolize oluyor. O evreyi atlatamıyorlar. Ama Madrid'e nazaran Barcelona daha iyi yönetiyor o durumu. Yan topta Puyol'u Benzema marke etmeye çalışırsa golü yersiniz. Real Madrid gereken değişiklikleri yaptı ama yeterli olmadı. Real Madrid'in sağ kanadındaki boşluğu çok iyi gören Messi, Abidal'e harika bir pas attı. Abidal'de Barcelona'yı öne geçirdi. Pepe sevdiğim bir oyuncu ama bu maçta gene sertliği ile ön plandaydı. Bilerek Messi'nin eline basmasının savunulacak bir yönü yok ama Barcalı oyuncuların aktörlük performansı her zamanki gibiydi.

İki maçlı eleme usüllü turlarda, deplasmanda 2-1 kazanmak çok büyük avantaj. Her ne kadar Madrid kazansın istesem de, skora ve gidişata bakarsak, turu Barcelona geçti diyebiliriz. Real Madrid'in aklı Lig'de. Bütün arzuları sene sonunda Lig şampiyonu olmak. Avrupa'da var tabii. Bu mağlubiyet Madrid'i kötü etkilerse, Ligde de takılmalar gelebilir.

Maç sonrası Hamit'in çok kötü oynamadığını, görevini yaptığını söyleyen Mourinho; ''Taraftarlardan gelen tepkileri her zaman anlarım ama asla kulak asmam, ne maçtan önce ne de maçtan sonra. Sorumluluk bana ait, özellikle de takım kaybettiği zaman. Galibiyetlerin babası çoktur, ama yenilginin bir tanedir. Uzun süredir futbolun içindeyim ve bunu öğrendim. Kupa finali zaferini hep beraber kutladık ama yenilgide tek ebeveyn benim.''

18 Ocak 2012 Çarşamba

Tsubasa Nakamura!

Sizi bilemem ama ben de her çocuk gibi sokakta oynayarak başladım futbola. Okuldan geldikten sonra, akşama kadar maç yapılır, sanki Dünya Kupası finali oynuyormuşçasına her maçta müthiş bir azimle oynanır, büyük mücadeleler verilirdi. Tabii ki televizyonda izlenen maçlarda herkesin bir idolü olurdu. 90lı yıllarda çocuk olanlar için futbolu sevdiren şeylerden birisi de şüphesiz Captain Tsubasa animesiydi. Saha koş koş bitmezdi, maçlar çok uzun sürerdi ama dünyanın en güzel şeyi gibiydi. Normal hayatta olduğu gibi, Animede de herkesin bir idolü vardı. (Captain Tsubasa animesi ve mangası ile fazlası ile ilgilendim. İdolüm Alman oyuncu Schneider'di bu arada)

Tsubasa, Japonya'da çocukları futbola teşvik etmek için hazırlanan bir projeydi. Aynı çocuklara basketbolu sevdirmek ve basketbol oynamalarına teşvik etmek için hazırlanan Slam Dunk animesi gibi. 1981 yılında başlayan Captain Tusubasa serisi büyük yankı uyandırdı Japonya'da ve amacına ulaştı.  Yetenek yanı sıra, takım olma duygusu ve özellikle öne çıkan her oyuncunun özel vuruşu olması, animenin hayran kaldığımız yönleriydi. Dünyaca ünlü Japon futbolcuların çoğu da, futbola başlama konusunda kendilerini teşvik eden şeyin Tsubasa animesi olduğunu kabul etmiştir. (Tsubasa halen manga olarak kötü şekilde de olsa devam ediyor ama biz onu güzel hali ile hatırlayalım)

Japonya'nın yetiştirdiği en iyi oyunculardan birisi şüphesiz Shunsuke Nakamura. Özellikle sol ayağı ile attığı frikik golleri ile ünlü.  Manchester United'a attığı frikik golü halen hafızalarda. Japonya'da gerçekleştirilen bir denemede, topu sol ayağı ile 30 metreden hareket halinde olan bir otobüse göndermeyi başarıyor. Tsubasa ile yetişen bir nesil sonuçta. Şaşırmamak gerek.

Çok İlginç Hareketler Bunlar

Serie A'da 4 Aralık 2011'de oynanan Juventus - Cesena maçın da, 72. dakikada Marchisio ile 1-0 öne geçen Juventus, 82. dakikada komik bir penaltı kazanıyor. Cesena kalecisi Antonioli soldan gelen topu çeliyor. Juventuslu futbolcu da kaleci ile çarpışmamak için atlıyor doğal olarak. Atlarken de top çarpıyor. Ama ne hikmetse hakem penaltı kararı verip, Antonioli'ye de kırmızı kart gösteriyor. 3 oyuncu değiştirme hakkı dolan Cesena'da, kaleye defans oyuncusu Guillermo Rodriguez, penaltıyı kullanmak içinde topun başına Vidal geçiyor. Bence kırmızı kartta, penaltı kararı da yanlış ama buraya kadar her şey normal işliyor.

Kaleye geçen Rodriguez, penaltı atışı kullanılmadan önce Vidal'e kafası ile nereye atlayacağını gösterircesine bir hareket yapıyor. Mesajı alan Vidal'de ters köşeye bırakıyor topu ve Juventus 2-0 öne geçip, maçı da aynı skor ile kazanıyor. Ben mi kuruntu yapıyorum bilmiyorum ama konu Calciopoli skandalına adı karışan ve küme düşürülen Juventus olunca, insan bir şeyler arıyor altında.


El Clasico Öncesi




Bu akşam 23:00'da Bernabeu'da İspanya Kral Kupası Çeyrek Finali ilk maçı oynanacak. Real Madrid, La Liga'da 46 puan ile Barcelona'nın 5 puan önünde. Son Mallorca deplasmanında ilk yarıyı 1-0 geride kapatmış, ikinci yarıda risk alıp, baskılı oynamalarına rağmen, zor da olsa 2-1 kazanmışlardı. Fizik, kondüsyon açısından Real Madrid şüphesiz dünyanın en iyisi. Sürekli pres ve hızlı oyunu bu denli uzun süre kaldırabilecek bir takım daha yok. Higuain'in müthiş formu,  iyi gelişme gösteren Benzema, görev aldığı sürelerde iyi iş yapan Callejon, her ne kadar son dönemde taraftarlar ile sorun yaşadığı söylense de Ronaldo ve görev alırsa Mesut, Madrid'in silahları olacak. Di Maria sakatlığı nedeni ile oynayamayacak.

El Clasico öncesi yapılan basın toplantısında Jose Mourinho, Ronaldo'nun çalışma azmine dikkat çekti. Bir gazetecinin, 'Barcelona maçını kazanmayı kariyeriniz açısından önemli bir artı olarak görüyor musunuz?' sorusuna Jose Mourinho, Bundan sonra daha kaç tane kupa kazanmam lazım? Benim için artık maç kazanmak sadece kişisel bir memnuniyettir. Çarşamba da aynısı olacak' cevabını verdi.


Barcelona ise, Real Madrid'in 5 puan gerisinde takibini sürdüyor. Son lig müsabakası olan Betis maçında, erkenden 2-0 öne geçmelerine rağmen, Betis 2-2'yi yakalamıştı. Ama baskısını arttıran Barca 4-2 kazandı maçı. Son dönemde Madrid gibi kalelerinde gol yeme sıkıntıları var. Messi, Xavi ve İniesta üçlüsü her zaman ki gibi belirleyici etken olacaktır. Fabregas'da çok formda.

Maç öncesi basın toplantısında Guardiola, kalede Pinto'ya görev vereceğini açıkladı. Son yıllarda Real Madrid'e karşı olan üstünlüklerinin hatırlatılması üzerine, Guardiola: ''Sporda kredi yok, tekrar kazanmak gerek. Şimdiye kadar yaptıklarımız çok iyi ama yeniden kazanmak gerek. Kredimiz varmış gibi düşünemeyiz. Benim de kaybedecek çok şeyim var. Herkesin kaybedecek çok şeyi var'' diye konuştu.

İki takım geçen sene Kral Kupası finalinde karşılaşmış, müthiş maçı uzatma dakikalarında Ronaldo'nun harika kafa golü ile Real Madrid kazanmıştı. İçeride oynamanın verdiği avantajı da kullanarak Madrid hızlı başlamak isteyecektir. Ama başta Ronaldo olmak üzere futbolcular takım oyunundan uzaklaşıp, işi bireyselliğe ve bencilliğe dökerse Madrid'in işi zor. Madridli futbolcular saha içinde rahat olmalı. Öne geçseler dahi, Barcalı oyunculardan daha stresli oluyorlar. Buna tabii çıkan ucuz kartları da eklememiz gerek. Tur iki maçlı eleme sistemi ile oynanacağı için, Madrid evinde gol yemek istemeyecektir. Bir Real Madrid sempatizanı olarak tabii ki maçı da, turu da Madrid alsın isterim.

Hırs









16 Ocak 2012 Pazartesi

Al Sana Duruş

Sen de Artık Herkes Gibisin adlı yazımda düşündüklerimi yazdım. Gerçek Galatasaraylılar da bir kaç açıklama yaptı.









Arda'nın açıklamaları sorulan Bülent Korkmaz: Ben bunları aşmış bir insanım, böyle şeylere takılmıyorum.









Sedat İncesu: Bu kulüp dediğin Galatasaray'dır arda efendi... yemek verilmemiş... adamlık, sporculuk, takım ruhu karnı açken cebinde son kalan bozuklukları birleştirerek servis arabasına ancak 15 tl lik mazot alarak antremana gitmektir. şartlar ne olursa olsun kulübüne ihanet etmemektir.sende haklısın yemek verilmediği için açlıktan gözün kararmıştır görememişsindir engelsiz aslanların Galatasaray için verdiği savaşı...













Suat Kaya: Arda'nın her hareketi türkiye'de ki gibi manşet yapılmıyor.bu yüzden doğduğu takımı eleştirerek manşet olma fikri ona cazip.

















Kimse Galatasaray'dan büyük değildir...

15 Ocak 2012 Pazar

Galatasaray 5 - Karabükspor 1 | Rekor



Maç öncesi yoğun yağış, elektrik kesintisi, metroların çalışmaması derken fazlası ile sorunlu bir maç öncesi yaşadık. Kadrolar açıklandığında, Servet'i ilk 11'de görmeyi beklemiyorduk. Hakan, Semih, Ujfaluji, Sabri defansif hattını beklerken, İmparator sağda Ujfalusi'yi, stoperde de Servet'e görev verdi. Maça da sorunlu başladık diyebiliriz. Karabükspor, Bülent Korkmaz önderliğinde kötü dönemi atlatmaya çalışıyor. Ara transfer dönemini en hareketli yaşayan takımlardan. 

Selçuk'un hatalı pasında Cernat ile daha birinci dakikada öne geçme şansı yakaladı Karabükspor, ama Muslera %100'lük bir pozisyonu çıkardı. Dönen atakta 'atamayana atarlar' kuralı işledi ve Elmander'in soldan güzel ortasında Baros düzeltip iyi vurunca ikinci dakikada 1-0 öne geçtik. İki takım adına da hareketli bir geçen maçta, Servet faktörü de işlemeye başlayınca Karabükspor pozisyonlar bulmaya başladı. İlk dakikadaki pozisyondan sonra gelişen atakta, Servet'i geçip vuran Shelton direğe takıldı, dönen topta Cernat'ın şutunu gene Muslera ayakları ile çeldi ve %100'lük bir pozisyonu daha çıkardı. Golü atan bizdik ama daha net pozisyonlara giren taraf Karabükspor'du. İlk yarıda baskıyı yavaş yavaş kırdığımız dönemde, kazanılan kornerde ilk golün asistini yapan Elmander ayak içi vuruş ile farkı 2'ye çıkardı. Güzel zamanda geldi ikinci gol. Golden sonra Mabiala Kazım'a yaptığı hareketten ötürü ikinci sarı kartla atıldı. İki kartta doğruydu. Özellikle ikinci sarı karttaki pozisyonda direk bileğe kaydı Mabiala.

İkinci yarıya 2-0 önde girmiş olmamız ve rakibin 10 kişi kalması ile Karabükspor'un yarı sahasında geçeceği aşikardı. İkinci yarıya da golle başladık. Elmander'in ceza sahası içerisinde düşürülmesi ile kazanılan penaltıyı gole çeviren Melo ile farkı 3'e çıkarttık. Daha sonra sırası ile Baros ve Emre'nin vuruşlarını önleyen Orkun, farkında açılmasını önledi. İkinci yarıda ender gelişen Karabükspor atağında, sol kanattan kullanılan ortaya yükselip düzgün vuran Mustafa Sarp, skoru 3-1 yaptı. İlk devrede de Samsunspor takımı ile gelip golünü atmıştı. Devre arasında Karabükspor'a transfer oldu. TT Arena'ya gelip gene golünü attı. Daha önce blogda yazdığımız gibi, son 2-3 maçta Elmander ile Baros'un arasındaki uyuma bir şeyler olmuştu. Bunda geriden iyi beslenememelerinin de katkısı vardı ama bu maçta uyum tekrar kendini gösterdi. Aralarındaki uyum iyi olduğu sürece gol atmak sorun değil. Baros, sağdan gelen pasta iki Karabüklü oyuncu Elmander'e çıkardı, Elmander'de farkı tekrar 3'e çıkardı. Son 2-3 maçtır fazlası ile şahsi oynayıp, topla 3-4 kişinin arasına dalan engin verkaç yapınca ceza sahası içerisinde boş kaldı ve şık bir gol ile skoru belirledi. 1987-1988 sezonunda elde ettiğimiz 9 maçlık galibiyet serisini tekrar egale etmiş olduk.





Her ne kadar 5-1 kazanmış olsakta, savunmada yapılan hatalar fazlası ile tehlikeli olmaya başladı. Muslera bu maç için fazlası ile iyiydi ama her zaman gününde olmayabilir. Daha tehlikeli rakiplere karşı bu pozisyonlar başımızı çok ağrıtır. 3 net pozisyon gol olsa, durum çok farklı olabilirdi. Kazım sağ kanatta iyi işler yaptı ama, defansif anlamda halen eksikleri var. Ujfalusi'ye stoperde ihtiyacımız var. Sağda Sabri'nin oynaması daha derli toplu yapacaktır. Servet ile gerçekten olmuyor. Yediğimiz golde, Hakan Balta Mustafa'ya o kadar rahat vurdurmamalıydı. Emre Çolak bu maçta da çok iyiydi. Zaman zaman sol çizgide oynayıp iyi işler yapıyor. Zaman zamanda ofansif orta saha oyuncusu gibi takımı yönlendiriyor. Şutları ve ortaları çok iyi. Mutlaka çalışmaya devam etmeli. Skor 5-1 olsa da, iki takım adına kaleciler çok iyi işler yaptı. 5 gol yemesine rağmen, Orkun 3-4 tane net pozisyon çıkardı Muslera gibi. Son haftalarda çok iyi performans gösteren ve Elmander ile uyumu tekrar yakalayan Baros'un sakatlanması gecenin kötü durumuydu. 3-4 hafta oynayamayacağı açıklandı Baros'un. Umarım 4-4-2'den vazgeçmeyiz ve Baros kısa sürede döner. Karabükspor ilk 30 dakikadaki oyununu genele yaydığında ve yakaladığı pozisyonları gole çevirdiğinde çok rahat ligde kalır. Bülent Kaptan'a bundan sonraki maçlarında başarılar. Haftaya Eskişehirspor deplasmanı var.

Yürüyedur Galatasaray...

Sen de Artık Herkes Gibisin





Arda bugün Yenilsen de Yensen de programına telefon ile bağlanıp, Lefter Kücükandonyadis'i andı. Yarın oynanacak Atletico Madrid - Villarreal maçına siyah bant ile çıkmak için çalışma başlattığından bahsetti. Lefter'e tekrar Allah'tan rahmet dileyelim bu vesile ile. Arda daha sonra Ankaragüçlü genç futbolcuların mücadelesinin kendisini de duygulandırdığından bahsetti.

Çok acılar çektiğinden, çok zor durumlara düştüğünden, ama artık çok iyi olduğundan, Madrid'de çok mutlu olduğundan, insanlara öldüklerinde değil de, yaşarken değer verilmesinden bahsetti ve durup dururken şu talihsiz cümleleri kurdu;


Arda: ''Bülent Korkmaz bayrak adam olduktan sonra bu kulüpten 6 ay sonra gönderildi. Halen kalbi buruktur. Kulüpte yemek verilmediği anlar oldu. Büyük futbolcular, büyük kulüpler başarılar ile değil, duruşlar ile kendilerini gösterirler.''

Bu Kulüp...

Kendisini yetiştirip bir yerlere getiren ve kaçmasına rağmen halen ona sahip çıkan gene bahsettiği ve adını söyleyemediği 'Bu Kulüp'. Arda kimdir ki koskoca Galatasaray'a duruş dersi veriyor. Taziye için arayıp, durup dururken konuyu buraya getirmeye ne gerek var? Bahsettiği gibi bir vefasızlık söz konusu olsa bile bunu yapan zamane yönetimidir. Galatasaray taraftarı her zaman, her yerde gereken kişilere gereken desteği vermiştir. Veriyor da. Yeni gelen yönetim de 'Galatasaray Efsanelerini Anıyor' projesi gerçekleştiriyor zaten.

Ama Arda hangi hakla çıkıp hem de Bülent Korkmaz’ın teknik direktör olarak Türk Telekom Arena’ya geleceği bir günde böyle bir açıklama yapıyor ? Bülent Korkmaz, Hasan Şaş, Suat Kaya, Tugay Kerimoğlu, Prekazi hatta Emre Aşık gibi isimler bile bu şekilde açıklamalar yapmıyor. Kaldı ki, bahsettiği Bülent Korkmaz hiçbir zaman çıkıpta, 'Biz paramızı alamazken yabancı oyuncular helikopter bakıyordu' 'Ayda bilmem ne kadar milyar alıyorum, gene yetmiyor' gibi saçma sapan açıklamalar yapmadı. Hiçbir zaman trip atmadı. Aksine her zaman, her şartta futbol oynadı. Çenesi değil ayakları çalıştı. UEFA Finali'nde çıkık omuzla oynadı. Uzun süre para almadığı oldu. Boş mukaveleye imzaladılar. Ceplerinden para verdiler oyunculara. Ve biraz sivrildikten sonra kaçıp gitmediler.

Galatasaray zor duruma düştü tekrar geldi İmparator. Hagi, taraftarın önüne atılacağını bile bile geldi bu takımın başına. Aynı şekilde Bülent Korkmaz'da. Ama hiçbir zaman Arda gibi davranmadılar. Kişisel anlamda kendilerine haksızlık yapıldıklarını bilseler de hiçbir zaman küsmediler Galatasaray'a. Ve Galatasaray'dan bahsederken her zaman takımım ya da Galatasaray diye bahsettiler. Bu kulüp demediler. Ama Arda, kim mikrofon uzatsa; ’çok acılar çektim, bir ben bilirim, şimdi çok mutluyum’ tarzı konuşuyor. Bunu bir kere açıklarsın anlar insanlar. Ama her mikrofon uzatıldığında, her açıklama yaptığında bozuk plak gibi aynı şeyleri söylüyor. Zannedersin sokağa atıldı, Flash TV'ye çıkacak. Madem mutlusun sus da futboluna oyna.

Galatasaray'ın müthiş formunu mu kıskandı, ilk 11'e girememenin verdiği stres mi, yoksa artık gündeme gelmemesi, İspanya'da pek iplenmemesi mi bilinmez ama, Arda gerçekten boş konuşuyor. Buradayken sözde kaçıyordu medyadan, oraya gitti bu sefer kendisi arıyor. Atletico Madrid'e transferinde Galatasaray'a belli miktarda ekonomik fayda sağlamıştır. Ama takımdan gitmesi inanın çok daha fazla fayda sağlamış durumda. Takımda huzur ve birliktelik hakim. Gerçek bir takımımız var. Bir futbolcumuza faul yapıldığı zaman, ya da üzerine yüründüğü zaman yerlisi-yabancısı hep birlikte tek yumruk oluyor. Kimse kimsenin arkasından iş çevirmiyor.

Gitmek istedi, gitti. Halen her defasında neden bu kötüleme, laf çarpma çabası gerçekten anlamak güç. Galatasaray taraftarı Arda'nın söylediği gibi sadece hayatta değil, vefat ettiğinde de gerekenlere gereken desteği verir. Bunun en güzel örneği de Taçsız Kral'dır. Ama hatanın büyüğü de, Arda'yı Metin Oktay ile aynı kefeye koyanlarda. Önceleri 'Kupa kaldırmadan Galatasaray'dan ayrılmayacağım' diye açıklama yapan, bu sezon başında da Fatih Terim'in gelmesi ile kalacağını açıklayıp, ardından kaçan birisi vefadan bahsedemez.  Hep hatalı taraftar, yöneticiler, teknik heyet mi ? Hiç Arda'nın şucu yok yani. Ne güzel İstanbul...


İsteyen Arda'yı 'Büyük Kaptan', 'Efsane', 'Vazgeçilmez' yapabilir. Ama başlıkta Nazım Hikmet'ten alıntı yaptığım gibi, benim için Arda artık herkes gibi...

13 Ocak 2012 Cuma

Lefter'i Kaybettik



Lefter Küçükandonyadis'in ölüm haberini üzüntü ile öğrendik. Türk futbolunun başı sağolsun.


Metin Oktay'a ve Baba Hakkı'ya selam söyle bizden Ordinaryus...

12 Ocak 2012 Perşembe

Melo: Esas olan...

Felipe Melo'nun Fifa'ya verdiği röportajdan kesitler










Aslında kıtanın en büyük takımlarından biri olan Juventus da bu sezon Avrupa kupalarına katılamadı. Bence bir diğer büyük takım Galatasaray'a transfer olmam çok fazla şeyi değiştirmedi. Aslında esas önemli olan futbolcunun bulunduğu yerde kendini önemli hissetmesi. Birçok insan bana, 'Juventus'a ayak uydurmuştun, neden Galatasaray'a gittin' diye sordu. Ancak aradığım buydu: yeni bir meydan okuyuş, şampiyonluklar için mücadele ve taraftarla kaynaşmak. Bunların hepsini burada buldum.


Esas amacımız olan lig şampiyonluğunu kazanamamanın yanı sıra, Avrupa kupalarına katılma hakkı da elde edemedik. Sonra ortalık sakinleşti. Yeniden iyi futbol oynuyorum ve Galatasaray'da taraftarın sevdiği bir isim olmam uzun zaman almadı. Evet, bu yüzden yeniden doğuş doğru kelime. Doğru kararı verdiğimi düşünüyorum. Kariyerimin en iyi futbolunu oynadığımı söyleyemem, ancak kesinlikle keyif alıyorum.



Juventus ile buradaki fark, benim daha fazla serbestliğe sahip olmam. Buraya geldiğimde teknik direktör Fatih Terim, ne zaman istersem ileri çıkabileceğimi, rakip ceza sahasına koşular yapabileceğimi, arkada yerimi dolduracak kişiler olacağını söyledi. Babam bana, 'iyi savunma yapar, en az bir gol atar, 4 kez ileri çıkar ve topu 2 kezden fazla kaptırmazsan, o zaman iyi maç çıkarmış olursun' derdi. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

Sorumluluk, zaten büyük bir takımın formasını giydiğinizde sizdedir. Forma numarası fark etmez.

Yine de 10 numarayı giymemin beni daha iyi bir oyuncu yaptığına inanıyorum. (Gülerek) Bazen 10 numaraların yaptığı gibi iyi oynuyorum ve Ronaldinho gibi paslar atıyorum.

PİTBULL LAKABI

İtalya'da bana gladyatör derlerdi, burada pitbull diyorlar. Fena değil, değil mi ? Bunun topu kapmak ve rakibin oyununu bozmak üzerine kurulu oyun tarzımla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu keyif aldığım bir iş ve takım arkadaşlarımı da canlandırıyorum. Sorun şu ki birçok insan pitbull lakabını olumsuz bir şey olarak görüyor. Sadece koşuyormuşum ve topla oynamıyormuşum gibi. Ben kendimi böyle görmüyorum, çünkü yetenekli olduğumu biliyorum. İyi pas veren bir futbolcuyum ve çok hata yapmıyorum. Son dünya kupasında en yüksek isabetli pas oranıyla oynayan futbolculardan biriydim. Robinho'nun çeyrek finalde Hollanda'ya attığı golün pasını da ben vermiştim. Hala paslarımı geliştirmeye çalışıyorum.

 Pitbull olduğumu kabul ediyorum, ama tarzı olan bir pitbull'um.

 MİLLİ TAKIM

Bazı insanların sürekli olumsuz unsurların üzerine gitmesi beni sinirlendirmiyor. Artık olumsuz eleştirilere alıştım. Tek bir olaya dayanarak çok sinirli olduğumu, kırmızı kart göreceğimi söylüyorlar. Çok kez sarı ve kırmızı kart gördüm, ancak sorun insanların sadece bunu hatırlayarak milli takım için yaptıklarımı gözardı etmeleri. Konfederasyon Kupasını kazanan kadroda yer alıyordum. Tek yenilgi ve tek beraberlik aldık. Kalan maçları kazandık ama Robben'in bacağına bastığımda her şey unutuldu. Ancak işler artık biraz farklı, bugünlerde fazla kart görmüyorum.

Son dünya kupasında çok şey öğrendim. Güçlü bir kişiliğe sahibim, ancak kendimi kontrol etmeyi öğrenmem gerek. Hollanda mağlubiyetinin bana çok şey kattı.


Milli takım konusunda acele etmiyorum. İşleri doğal akışına bırakıyorum. Bir süredir takımdaydım ve bu bir hayalin gerçekleşmesiydi. Ülkemi temsil etmek benim için ana amaç ve bunu yerine getirmek için sıkı çalışacağım. Formumu koruyabilirsem, göze çarparsam ve beladan uzak durursam tekrar milli takıma dönmemem için neden yok. Kimse takıma katkımı tartışamaz, sorun kırmızı kartlardı, bunu halledersem geri dönebilirim.




11 Ocak 2012 Çarşamba

Unutamam Seni




Bugün tam bir yıl olmuş. Mabedimizden, Ali Sami Yen'den ayrılalı, son maçımızı oynayalı. 11 Ocak 2011'de Türkiye Kupası maçında Beypazarı Şekerspor değildi rakibimiz. Ayrılıktı. Kazanmak, tur atlamak pek önemli değildi. Ne olursa olsun, kaç fark atacak olursan ol, maçı kazandığınız da ne ödül verirlerse versinler yetmezdi. Ali Sami Yen'de son maçtı. Yıkılacaktı mabed. Maç başladığında üçlü olmayacaktı artık. Eski açık 'Sarı' diyemecekti. Artık maç önceleri Ali Sami Yen sokakta 'muhabbet' olmayacaktı. Dünyanın en iyi takımlarını, oyuncularını ağırlamasına rağmen, hepsinin üzerine çöküp, maçı kazandırdığı çok olmuştu. Çok modern bir stad değildi. Üstü açılıp kapanmıyordu mesela. Ama, hayatın tam ortası Ali Sami Yen Kapalı'sı bir sis gibi çöküyordu rakibin üzerine. Koltukları açılır-kapanır değildi mesela. Gerek de yoktu zaten. Alttan ısıtmalı değildi. İyi de ne gerek vardı ki buna? Bütün Dünyanın kabul ettiği gibi, zaten Cehennemdi orası. Fazlası ile sıcaktı.

Ve yıkıldı mabed. Bizimle birlikte bir şeyler de yıkıldı. Evet TT Arena Dünyanın sayılı statlarından. Türkiye'nin de en modern stadı. Stadın içi ve dışı tam anlamı ile bittiğinde çok daha güzel olacak. Ama bir şey eksik orada. Adı konulamayan bir şey. Her Mecidiyeköy'den geçişte boğazlarda düğümlenen, anıları canlandıran, insanı hüzünlendiren bir şey. Adına ne derseniz deyin. Her gelen futbolcunun söylediği gibi, unutulmayacaksın Ali Sami Yen. İstesek de yapamayız zaten...

...
Ne ben seni unutabildim,
Ne bu derdimi uyutabildim;
Ne bu gönlümü avutabildim.
Unutamam seni,
Unutamam...



8 Ocak 2012 Pazar

Sabri Sarıoğlu




Skor taraftarları ve kendini komik zanneden ergenler tarafından fazlası ile dalga geçilen, hatta hakaret edilen bir isim Sabri. İşin üzücü kısmı bunu kendi taraftarlarının da yapması. Eleştirilmeyecek diye bir şey yok. Yeri gelince tabii ki her futbolcu eleştirilir. Ama küfür edip, hakaret edip eleştiri yaptığını zannedenler var. Sabri mevkisinde dünyanın en iyi oyuncusu değil. Böyle bir iddiası da yok. Sabri'nin sonuna kadar savaşmasını, 2-3 aydır oynamayıp, takımının ihtiyacı olduğu için kendisini riske edip sakat sakat oynamasını, tribünden küfür geldiği zaman diğer oyuncular gibi el-kol yapmayıp, karşılık vermeyip susup, başını eğip gitmesini görmezler. Zaten Türkiye'de herkes teknik direktör olduğu için, Sabri gibi futbolculara yazık oluyor en fazla.  Daha bugün hatalı gol yiyen eski Galatasaraylı Orkun, kendisine küfür edildi diye neredeyse Karabüksporlu taraftarlara saldıracaktı. Sabri Sarıoğlu iyi Galatasaraylıdır. İçimizden birisidir. Galatasaray Kulübü'nün kaptanıdır. Fatih Terim bile Sabri bizim en önemli oyuncularımızdan. Hata bende dediyse, bir durup düşünmek gerekir. Bazıları Samsunspor maçından sonra Galatasaraylı taraftarların Sabri'ye hava alanında moralini bozma, seninleyiz dediğinde, Sabri'nin kazandık ya hiçbir şeyin önemi yok dediğini bilmez.

Samsunspor 2 - Galatasaray 4 | İmparator Farkı




Geçen haftaki İBB maçını her ne kadar 4-1 kazanmış olsakta, özellikle ilk yarıdaki oyunla takım fazlası ile sinyal verdi. Özellikle sağ kanat 'transfer' diye bağırıyordu. Lig'de ilk devrenin sonlarına doğru izlediğimiz iyi futbolu pek görememiştik. Samsunspor deplasmanı öncesi Eboue'den kötü haber geldi. Afrika Kupası'na geç katılması için Ünal Aysal,  federasyon ile görüştü, ancak izin alınamadı. Bu da sağ bek için riski ortaya çıkardı. Ya Ujfaluji sağ beke geçecek, göbekte Servet ile Semih oynayacaktı, ya da sakatlıktan yeni çıkmış Sabri'ye forma verilecekti. İmparator ikinci seçeneği uyguladı. 4-4-2 ile sahadaydık ve sağ bekte olduğu gibi, sağ açıkta da Engin'i oynatarak risk aldı İmparator.

Son dönemde artan formunu İBB maçındaki oyunu ve attığı 2 golle taçlandıran Emre'nin şutu ile başladık maça. İki takım adına karşılıklı ataklar varken, Melo'nun laubaliliği pahalıya patladı. Sabri'de Ekigho'yu marke etmeyince Samsunspor 1-0 öne geçti. Deplasmanda 7 maç sonra gol yemiş olduk. İBB maçınının belli bölümlerinde görünen sıkıntılar bu maçta da fazlası ile vardı. Elmander ile Baros arasında uyumsuzluk yetmezmiş gibi, bir de bu ikili topla buluşamayınca, ileriye bir türlü yıkamadık oyunu. Bekler ve kanatlar birbirlerinden tamamen habersiz gibi dolandılar. Melo'nun kötü performansı da eklenince Samsunspor topla daha fazla oynadı. Özellikle sağ kanatta Engin ve Sabri'nin kötü performansı takımı fazlası ile etkiliyor. Onlar da bunu beklemiyordu aslında. Semih ve Ujfalusi birlikte oynamaya başladıktan beri uyumlular. Özellikle Ujfalusi'nin tecrübesi ve Semih'i sürekli yönlendirmesi çok değerli. Ekigho ve Zenke gibi 2 fizikli oyuncusunun sürekli rahatsız edeceği belliydi ama daha ilk golün etkisi geçmemişti ki ceza sahasına doğru doldurulan topta Sabri topu Ekigho'nun önüne indirince Samsunspor'un ikinci golü geldi. 10 hafta sonra kalemizde 2. golü gördük. Sabri performans olarak kötüydü zaten, ikinci golden sonra kafa olarakta çöktü.

Devrenin sonlarına doğru Samsunspor'un 'devreye 2-0'la girelim' psikolojisi ile kapanması ile 1-2 ataktan sonuç gelmeyince ilk yarı 2-0 sona erdi. Engin'den bahsetmek gerekirse, iyi niyetinden ve yeteneğinden şüphemiz yok. İBB maçında Doka'nın kendisine yaptığı kasti faulden sonra Fatih Terim ile göz göze gelip Doka'nın üzerine yürümekten vazgeçmesi bir şeylerin kanıtı. Ama 2 maçtır orta sahada aldığı toplarla bütün defansın arasına dalması can sıkıcı olmaya başladı. Topu alıp 4-5 kişinin arasına giriyor ve topu kaybedip kontra yiyoruz. Kafasını kaldırıp pas denese, Galatasaray çok daha rahat gidecek rakip kaleye. Bu maçta ikili mücadelelerde fazlası ile yerde kaldı.

İkinci yarıya Sabri-Riera değişikliği ile başladık. Yazının başında bahsettiğim ilk seçeneğe döndü takım. Ujfalusi sağ beke geçti. Melo, Semih'in yanına geldi stopere. Emre ortaya daha yakın oynamaya başladı. Riera  sol çizgiye geçti. Fazlası ile risk alınıyordu ama alınması gereken bir riskti. Ujfalusi, Atletico Madrid'de de zaman zaman sağ bekte görev yapıyordu. Onun sağ beke geçmesi hemen sonuç verdi ve ortasında Semih'in kafa vuruşu savunmanında müdahalesi ile ağlarla buluştu ve fark 1'e indi. Golün erken gelmesi çok önemliydi. Samsunspor ikinci yarıda takım olarak tamamen zaman geçirmeye oynamak için çıkmıştı. Kalecisi dahil bütün futbolcular zaman geçirme çabasındaydı. Yere düşen kalkmıyordu ama Galatasaray çoktan ayaklanmıştı. 57. dakika da ikinci kritik değişiklik geldi İmparator'dan. Engin'in yerine Servet oyuna girdi. Zaten kötü bir maç çıkaran ve sarı kartı bulunan Melo, stoperde fazla riskliydi. Servet, Semih'in yanına, Melo'da alışık olduğumuz mevkisine geçti. Sol kanatta Hakan ile başlayıp Emre ve Riera ile devam eden atakta, 3 kişinin arasından topu içeriye çıkaran Riera'nın pasında, Selçuk Allah ne verdiyse vurdu ve beraberliği getirdi ve ligdeki 7. golünü attı. Geldiği günden bu yana en yararlı işini yaptı diyebiliriz Riera. Golü atan Selçuk, bir kaç dakika sonra kale önünde çok net bir topu çıkardı ve golü önledi diyebiliriz.





Emre pres yapıp topu kaptıktan sonra Baros'a adeta adrese teslim bir orta yapınca, Baros bu güzel pası geri çevirmedi ve köşeye bıraktı topu. 2-0 önde iken sürekli zamana oynayan, yerden hiç kalkmayan Samsunsporlu futbolcular, 3-2 olduktan sonra birden hareketlendi ve düşen anında ayağa kalktı. Sercan'ın da oyuna girmesinden sonra, zaten oyundan düşen Samsunspor kalesine 4. golü de Sercan bıraktı ve muhteşem geri dönüş ile 4-2 kazandık.

Aslında ilk yarıda Sabri değilde Eboue ya da Ujfalusi oynasaydı, Samsunspor kolay kolay gol atamazdı. 2 golde de Sabri'nin hatası var. Ama Sabri hata yaptı diye yerin dibine sokacak halimiz yok. Sonuçta sakatlıktan yeni çıktı. Sabri bizden birisidir ve hatalardan sonra ona sallayanlardan daha çok üzülüyordur. Transferin yapılması gereken ilk yer sağ kanat. Mutlaka bir sağ kanat transferi yapılmalı. Hem defansa hem de orta alana. Fatih Terim maç sonunda, devre arasında oyuncuları uyarmaktan daha koyu bir şey yaptığını ve Sabri konusunda hata yaptığını söyledi. Sadece devre arasında değil, genel anlamda oyuncu değişiklikleri ile de çok iyi işler yaptığı belli. Elmander ve Baros uyumlu olduğu ve iyi beslendiği sürece bu sezon pek sıkıntı çekmeyiz. Emre'nın hırsı, çalışma azmi çok iyi. Bu şekilde devam ederse formayı vermez. Sercan ve Semih'in gol atmalarına çok sevindim. Özellikle Sercan'ın ihtiyacı vardı. Engin kafasını kaldırıp paslı oynamaya başlarsa, çok daha yararlı olur. Melo TT Arena'yı gördükten sonra kendisine gelir. Az da olsa Samsunspor tribünlerinden bahsetmem gerek. 2-0 olunca fincan ve ararım bestelerini girip, 4-2 olduktan sonra yönetim istifa diye bağırmak skor taraftarlığıdır. Üst üste 8. galibiyeti alıp puanımızı 43'e yükselttik. Karabükspor maçı ile devam edeceğiz.

Büyüksün İmparator, yürüyedur Galatasaray...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Kim Böyle Bir Oyuncu İstemez ki ?

Bir Real Madrid sempatizanı olarak son yıllarda Madrid'den ayrılmasına en çok üzüldüğüm isim şüphesiz Raul'dür. Geçen sene Schalke'ye transfer oldu. Golcülüğünden bir şey kaybetmiş değil. Her zamanki gibi gollerine devam ediyor. Raul sadece golcü özelliği ile değil, taraftarlar ile ilişkisi iyi olan, bu özelliği ile de öne çıkan bir oyuncu. Schalke'de sık sık tribünlere çıkıyor. Taraftarların 'İçimizden biri' diyebileceği bir isim. Bu kadar sevilmesinin nedenlerinden birisi de bu.



Raul, Almanya'ya alışmış gibi. Alman arabasında Schalke 04  tesislerine girerken Almanca konuşuyor. Arabasında Schalke taraftarlarının marşına eşlik ediyor. Kim böyle bir oyuncu istemez ki ?


6 Ocak 2012 Cuma

Babasının Oğlu





Brezilya'nın ve Dünya futbolunun efsane isimlerinden Romario'nun oğlu Romarinho'nun, Sao Paulo'da düzenlenen gençler turnuvasında attığı gol. Babasının Oğlu

Casillas'a Büyük Onur





Real Madrid'in ve İspanya Milli Takımının tecrübeli kalecisi Casillas'ın adı, doğduğu şehir olan Mostoles'de bir sokağın adıyla değiştirildi.  Mostoles'de, 'Avenida de los portes' sokağı artık 'Iker Casillas Avenue' olarak anılacak. Dünyanın en iyi kalecisine yakışır.



Reyes Sevilla'ya Transfer Oldu




Futbola Sevilla altyapısında başlayan ve Manzano ile sorunlar yaşadıktan sonra Atletico Madrid'den ayrılmak istediğini açıklayan Reyes, tekrar Sevilla'ya transfer oldu. Son 1 yıldır adı fazlası ile bizimle anılıyordu. Ama yüksek bedeli ile vazgeçildi.

Fotoğraf, Sevilla forması ile ilk kez Zaragoza maçında oyuna girerken.

Ağlama Messi



Türkiye'de Ağlama Melis diye efsane bir karikatür vardır. Bu foto da geçen seneki Copa Del Rey finali sonrası Barcelona soyunma odasından.

Transfer, Basın ve Vizyon




Revivo'nun meşhur bir sözü vardır; ''Türk gazetelerindeki tek gerçek şey tarihtir'' diye. Mükemmel bir tespit. Hepsini tek tek yazmama gerek yok. Türkiye'de biraz futbol ile ilgili olan herkes, özellikle Türk spor gazetelerinin hit uğruna rezaletlerini az çok bilir. Konu sadece bununla da sınırlı değil. Bir kulübün X futbolcu ile ilgilendiğini, hatta anlaştığı yazılır. Haber asparagasdır. Yalan haberdir yani. Olmayan bir transfer yapılmış gibi gösterilip taraftar beklentiye sokulur. 1-2 gün sonra da saçma sapan bir nedenden dolayı pürüz çıkar ki en moda olanı futbolcunun eşi Türkiye'ye gelmek istemez, çocukların okul sorunu baş gösterir ya da en basiti ücret sorun olur. Zaten olmayacak bir transferden ötürü beklentiye giren taraftar, hele ki 1-2 kötü sonuç gelince başlar takıma, ekibe sallamaya. Türkiye'de medya tamamen skorboard'a, yani sonuca endekslidir. Taraftarlar da gittikçe sonuca endeksli hale gelmeye başladı.

Transfer sezonları açıldığı zaman, bizim gazeteler için Türkiye'ye gelmeyecek oyuncu yoktur. Türkiye'de ara transfer döneminin kapanmasına 1 hafta kadar kaldı. Bahsettiğim, bahsedeceğim tarz haberler hep oldu, olacakır da. Transfer sezonları açıldığı zaman her takım eksik mevkileri için bütçeleri dahilinde oyuncu arayışına girer. Türkiye'de genellikle takımlar maddi açıdan kendilerini zora sokmayacak, genç ve gelecek vadeden futbolcu arar. Ama gazeteler tarafından öyle isimler ortaya atılır ki taraftarlar beklentiye girer ve sonunda gerçek transfere burun kıvırır hale gelir. Genç oyuncular için, ''Yeni Hakan Şükür'', ''Yeni Hagi' manşetleri atılır. Genç oyuncunun omuzlarına taşıyamayacağı yükler verilir daha ilk dakikadan. Oysa, tarihte başkalarının adımlarını izlemek değil önemli olan, tarihte kendi adımları ile iz bırakabilmek.

Transferin doğruluğu, yanlışlığı bir tarafa, gerçek bir transferde oyuncu öyle bir şişirilir ki, kaleci alındıysa zannedersiniz Casillas, orta saha transferi ise Zidane, bir forvet ise Ronaldo geldi gibi servis edilir. Oyuncu şişirilir. Beklenti gittikçe arttırılır ve özellikle de ofansif bir oyuncu ise ilk maçtan itibaren hat-tricklere, asistlere başlaması beklenir. Örnek vermek gerekirse, geçen sene Fenerbahçe Stoch'u transfer etti. O dönemde Stoch'un adı hem Fenerbahçe ile hem de Galatasaray ile yazılıyordu. Fenerbahçe'nin maddi olarak daha iyi bir teklif yapıp oyuncuyla anlaştığı yazıldı çizildi. 'Yüzyılın Çalımı' manşetleri atıldı gazetelerden. Ama Stoch çok maçta ilk 11 başlamadı geçen sene. Bu senede daha yeni yeni ilk 11'de görev alıyor ve form tutuyor.. Niyetim asla Stoch'u kötülemek değil. Her ne kadar kağıt üzerinde Riera daha tecrübeli gibi gözükse de, oynadığı süreye ve katkıya bakıldığında kesinlikle Stoch'u tercih ederdim.

Futbolcu geldiğinde şişiren, yere göğe sığdıramayan gazeteler, oyuncu 2-3 maç kötü oynayınca kendi şişirdiği balonu, gene kendi patlatır. Oyuncu 3-4 maç sonra alınan kötü sonucun ardından ıslıklanıyor ve neye uğradığını şaşırıyor. Ondan sonra aynı oyuncudan performans bekleniyor. Türkiye'de ki taraftarlar, ve kulüpler fazlası ile sabırsız. Yeni gelen teknik direktörden, oyuncudan hemen bir şeyler bekliyorlar. Abdullah Avcı'nın da söylediği gibi, son yıllarda çok büyük başarılara imza atan Manchester United'ın menajeri Sir Alex Ferguson'ın ilk 7 yılda başarısı yok. Ama Manchester United'ın başında çeyrek asırı devirdi ve kupa koleksiyonu yapmakla meşgul. Önce takımı ve ligi analiz edip, sonrasında gerekli çalışmalar ile iyi bir jenerasyon ve sistem oluşturduktan sonra başarının geldiği net. Aynı 1996 - 2000 yıllarında olduğu gibi. Transfer konusunda bu denli hareketli olan Türk spor gazeteleri ne hikmetse konu Türk futbolunun sorunları olunca çok sessiz ve ilgisiz kalıyor. Çözüm önerileri üretmiyor. Türkiye'ye ne büyük isimler geldi de hiçbir şey yapmadılar, tabiri caizse yattılar, paralarını alıp gittiler. Ama nice isimsiz futbolcular müthiş performans gösterdiler, galibiyetlerde, şampiyonluklarda büyük rol oynadılar. Önemli olanın bireysel başarının değil de, takım olmanın olduğunu gerçeğini biliyoruz ama kabul etmiyoruz. Uygulamalar bunu gösteriyor.

Aslında başka bir yazı da geniş olarak değineceğim ama burada da kısaca belirtmeliyim ki, Türk taraftarlarında da hatalar mevcut. Biraz nabza göre şerbet durumu da söz konusu. Lafa gelince herkes alt yapıdan yetenekli oyuncular çıkmasını istiyor ama kimse çözüm üretmiyor, girişimde bulunmuyor. Bir Shaqiri ismi bütün her şeyi unutturuyor. Shaqiri'yi kötülemiyorum ama Shaqiri'yi bir kez bile izlemeyenler, yeni duyanlar bile medyanın gazına gelip adeta Messi, Cristiano Ronaldo yapıyor, beklentiyi inanılmaz arttırıyor. Vizyon konusu ne yazık ki yok. Vizyon'dan bahsetmeye çalışanı da dinleyen yok. Yönetimler taraftarın baskısı ile araştırmadan, her açıdan düşünmeden transfer yapıp, oyuncunun gelmesi için para ödediği yetmezmiş gibi, göndermek için de para ödüyor artık. Kendi takımımdan örnek vermem gerekirse, adeta enkaz devralıp, harcayabileceği minimum tutarda para harcayıp iyi bir kadro kuran, yetmeyip biri Bank Asya'ya kiralanacak, diğeri de Aydın gibi yok olup gidecekken alt yapıdan 2 tane pırıl pırıl genç çıkartıp, forma vermesine, futbolun savaş haline döndüğü son süreçte her zaman aklı başında ve düzgün açıklamalar yapan, gecesini gündüz eden Fatih Terim'e bile transfer konusu başta olmak üzere sallayanlar var. Şu an da hiçbir transfer Fatih Terim'den önemli değil. Onun gibi bizim de hayallerimiz Dünya'dan büyük.

Bir de son yıllarda yeni bir kabile peydah oldu. Adları 'duyumcular'. Ortaya isim atıp taraftarları beklentiye sokuyorlar. Taraftarlar yöneticilere, teknik ekibe değil de, duyumculara inanıyor ki bu gerçekten acınası bir durum. Duyumcuların transfer gerçekleşmediği zaman yalan uydurma konusunda da gazetelerden kalır yanları yok.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Beğen